“Herkese Sağlık” hedefini olanaklı kılan sıra dışı uygulama: Çin’in çıplak ayaklı doktorları

Sağlık hizmetleri günümüzde, yalnızca ülkemizde değil dünyada da yüksek teknolojinin çok fazla kullanıldığı ve ileri derecede uzmanlaşmış doktorların çoğunlukta olduğu bir ortamda sunuluyor. Hatta ancak bu şekilde sağlık hizmetlerinin kaliteli sunulabileceği iddia ediliyor. Ancak dünya geneli dikkate alındığında sağlık göstergeleri, bu yönde harcanan çabaya ve yapılan harcamaya kıyasla yeterince iyileşmiyor hatta bazı parametrelerde kötüleşiyor. Çünkü sağlıklı toplumlar yaratmanın yolu, sadece yüksek teknolojiden ve alanında en uzman doktorlar yetiştirmekten geçmiyor. Çin’de 1960’larda başlayan, Ekim devriminden ilham alan “çıplak ayaklı (yalınayak) doktorlar” uygulaması bunun tarihteki en güzel kanıtlarından biri. 

1949 Devrimi sırasında Çin’de yalnızca bazı kent merkezlerinde, çok sınırlı bir sağlık hizmeti sunumu vardı. 600 milyon nüfusa yalnızca on binlerle ifade edilen doktor ve sağlık çalışanı hizmet vermeye çalışıyordu. Oysa nüfusun %80’i kırda yaşıyordu. Sağlık göstergeleri çok kötüydü, beklenen yaşam süresi kırklı yaşlardı. 1960’lara kadar sağlık çalışanlarının kıra gitmeleri için teşvik edici önlemler almaya çalışsalar da istenilen sonuç elde edilemedi. 1968’e gelindiğinde Kültür Devrimi kapsamında bu konuda radikal bir adım atıldı. Doktor yetiştirme şeklinde ve sağlık hizmetlerine yaklaşımda değişikliğe gidildi. On yıl kadar bir sürede yüz binlerce doktor ve sağlık çalışanı yetişti. 

Tıp eğitimi (doktor yetiştirme), 20. yüzyılın başlarında dünya genelinde, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ekolünden etkilenerek genellikle 6 yıl olarak planlanmış ve çok detaylı bir eğitim sürecini öngörmüştür. Böyle bir eğitimin sonucunda, deyim yerindeyse bilgi küpü doktorlar mezun olur. Bu en başta insana makul görünebilir. “Bilsin tabii ki her şeyi” denebilir. Ancak tıbbi bilginin hepsi aynı önemde değildir. Örneğin, o ülkedeki en sık görülen, en çok öldüren ve en çok sakat bırakan hastalıklar ve bunlara dair yapılması gerekenler; korumanın, tedaviden önce gelmesi gerektiği; az bir çabayla üstesinden gelinebilecek sorunların/hastalıkların önceliklendirilmesi gibi bilgiler tıbbi yaklaşımın temelini oluşturur. Oysa ABD ekolünde doktorlar genellikle işin bu abecesini kaçırır, zaten müfredat da kaçırması üzerine kurulmuştur.

Tıbbın konusu insandır ve bu anlamda sosyal bir bilim olduğu unutulmamalıdır. İşte Ekim devrimi, tıp eğitimi müfredatını bu temellerde tamamen değiştirmiş, sağlık hizmet sunumunu ücretsiz hâle getirmiş ve yalnızca hastalanınca başvurulan hizmet olmaktan çıkarmıştır. Çin devrimi de ilk andan itibaren bu mirası sahiplenmişti. Ancak eldeki yetişmiş sağlık çalışanı çok az, sorunlar dağ gibiydi. Olağanüstü sorunlar, olağanüstü çözümler gerektirir. Daha önce denenmemişi denemeye karar verdiler. Bizzat kendisi kırda yaşayan, o yörenin sorunlarını bilen kimi ilkokul mezunu köylülerden sadece 3 ile 12 ay arası eğitim alarak doktorlar yetiştirmeye başladılar. Çin’de çiftçiler çamurlu arazide ayakkabısız çalıştığı için bu doktorlara “çıplak ayaklı doktorlar” denildi.  

Çıplak ayaklı doktorlar, günün yarısında çiftçilik ile uğraşır diğer yarısında ise köyün insan, çevre ve hayvan sağlığı ile ilgilenirdi. Esas görevleri hastalıktan korumak olduğu için insanı hasta edebilecek çevresel şartların düzenlenmesinde görev alır, hayvanların sağlığını ve yetişme alanlarını da düzenlerlerdi. Aciliyet taşıyan ve basit tıbbi müdahale ile üstesinden gelinebilecek hastalıkları iyi bilirler, ilaç tedavilerinde daha çok Çin’in kadim bitkisel tıbbından yararlanırlardı. Eğer sorunun üstesinden gelemezlerse hastaya gerekli müdahaleleri yapıp uygun bir yolla bir üst sağlık merkezine sevk ederlerdi. Bugünden bakıldığında belki de çok basit olarak nitelenebilecek bu uygulama sonucunda bebek ve anne ölümleri ciddi oranda azaldı, yaşam beklentisi arttı, hastalıkların görülme sıklığı çok azaldı. 

Çin’in çıplak ayaklı doktorlar deneyimi bize, ülkenin olanaklarına, ihtiyacına ve önceliklerine göre Ekim devriminin kazanımları üzerinde yükselecek özgün bir sağlık sistemi kurulduğunda başarılı sonuçlar alınabileceğini gösteriyor. Bu başarı öylesine etkili olmuştur ki, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), “2000 yılında Herkese Sağlık” hedefine ikna olmasını sağlamış, 1978 Alma Ata konferansını mümkün kılmıştır. Çünkü DSÖ’ye göre “Herkese Sağlık” götürmek demek; ciddi tıbbi teknoloji ve çok sayıda doktor yetiştirmeyi gerektirecektir. Bu olanaklı gözükmüyordu. Oysa Çin bunun çok düşük maliyetlerle ve çabayla yapılabileceğini göstermiştir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2024 tarihli 183. sayısında yayınlanmıştır.