Sri Lanka’dan Türkiye’ye dersler (1): Oportünizmin bedeli
Bazen tarih talih gibi durur. Yani bir tarihsel olayın bütün koşullarının bir araya gelişi talihli bir rastlantı gibi görünür. Mesela Rusya’da Ekim devriminin gerçekleşmesinin sayısız koşulu arasında bizce belirleyici olan ikisi nasıl bir araya gelmiştir? O seller gibi akan işçi sınıfı devrimciliğinin yolu nasıl olmuştur da Bolşevik Partisi gibi bir önderlikle kesişmiştir? Bolşevik Parti Rusya’da değil de başka bir ülkede doğmuş olsaydı, Ekim devrimi muhtemelen zafere ulaşmayacaktı. Doğru ama bu bakış Bolşevik Partisi’nin Rusya’da doğmuş olmasına bir rastlantı olarak baktığı ölçüde derinde yatan nedensellik bağını görememiş demektir. Öyle bir işçi hareketi ta 1890’lı yıllardan itibaren yükselmemiş olsaydı, Bolşevik Partisi çok muhtemeldir ki ortaya zaten çıkamayacaktı. Geriye tarihte insan iradesinin rolü kalıyor. Bolşevik Parti’nin önderi Lenin gibi çelik bir iradeye sahip bir dâhi olmasaydı, devrim yine zafere ulaşamayabilirdi. Rus toprağı 20. yüzyıl başında ille Lenin gibi bir önderi yetiştirecek diye bir kural yok. Evet, Lenin denen dâhiyi harekete cezbeden sınıf hareketinin gücüydü. Ama sonrası? Tek bir örnek: Lenin’in 1917 Şubat devriminden Nisan ayındaki kongreye kadar Bolşevik Parti önderliği içinde yapayalnız olduğu biliniyor. (Onunla paralel düşünen Trotskiy henüz parti üyesi değildir.) O zaman işte irade, işte öznel faktörün rolü.
Ama tarih başka yerde başka zaman da aynı şekilde gerekli koşulları bir araya getirebilecekken koşullar tam da öznel faktörün görevini yerine getirememesi dolayısıyla o “talih” görünümüne bürünmez. Bakın Sri Lanka’ya. Yoksul halk, proleteriyle tablacısıyla, ev kadınıyla öğrencisiyle, ama binleriyle, on binleriyle, yüz binleriyle tam dört aydır (bazıları “100 gün hareketi” diyor) iktidarın ülkeyi içine düşürdüğü korkunç sefalete karşı, zaman zaman kayıplar da vererek mücadele etti. Cumhurbaşkanı sarayını fethetti, başbakanlık rezidansını yaktı, başbakanın gitmeye niyeti olmadığını anlayınca ertesi gün bu sefer başbakanlık çalışma ofisini ele geçirdi. Biraz mizahi biçimde söyleyecek olursak durum şu: Marksistlerin hâkim sınıfın bu emekçi halk kitleleri üzerindeki baskı aygıtı olduğunu söylediği devlet, en azından kilit kurumlarıyla, halkın elinde! Ama halk iktidarı alamıyor. Neden? Çünkü örgütlü değil. Çünkü konseyleri, şuraları, sovyetleri yok. Çünkü devrimci bir partisi yok!
Ama olabilirdi! Hayır, genel bir anlamda olabilirdi demiyoruz. Çok daha somut bir şey söylüyoruz. Şöyle anlatalım: Sri Lanka’nın içinden geçmekte olduğu devrimci süreç üzerine ilk yazımızda ülkede bildiğimiz kadarıyla devrimci bir proleter partisinin olmadığını belirttiğimiz için bir yoldaşımız “yok mu gerçekten?” diye mesaj yollayınca düşündük: Sri Lanka bir dönem boyunca Trotskizmin, yani Dördüncü Enternasyonal yandaşı hareketin dünyada en güçlü olduğu ülke idi! Şayet o parti, genel olarak sosyalist hareketin bugünkü durumunu hesaba katarsak biraz zayıflamış olarak dahi hâlâ mevcut olsaydı, tarih yine talih gibi görünecekti. Ama yok! Gerisinde sadece toplum çapında etkisini yitirmiş, iyi niyetle mücadele ediyor olsalar da etkisi çok sınırlı bazı kalıntılar bırakmış durumda. (Yoldaşımıza soruyu sorduğu için teşekkürler. Doğru soru yarı yolu kat etmek demektir.)
Sosyalizme adını veren parti
Biliyoruz ki, Sri Lanka (eski adıyla Seylan) hemen güneyinde yer aldığı Hindistan ile birlikte çok uzun süre İngiliz sömürgesi olarak yaşamış. İşte sözünü ettiğimiz parti henüz sömürge yönetimi devam ederken 1935’te Lanka Sama Samaja Party (LSSP) adıyla kuruluyor. Birçok alanda ilk. Ülkedeki ilk işçi sınıfı partisi. O döneme kadar Sri Lanka’nın çoğunluk dili olan Sinhal dilinde “sosyalizm” kelimesi bile yok. Parti “eşitlik” anlamına gelen “sama samaja”yı “sosyalist” anlamında kullandığı için bu terim ülkede “sosyalizm”in karşılığı haline geliyor. Yani Sri Lanka soluna dilini veren parti Sri Lanka Sosyalist Partisi! Sadece ilk Trotskist parti de değil. Bizim bildiğimiz kadarıyla dünyada tek örnek ama Sovyet yanlısı Stalinist parti de bunun içinden ayrılan bir azınlık tarafından kuruluyor (ama iki partinin ilişkileri, herhalde Trotskizm hep daha güçlü olageldiği için, hiç öyle kanlı bıçaklı olmamış, tersine birleşik cepheler kurmuşlar, seçimlere birlikte girmişler falan).
Parti daha kurulduğu aşamada bile işçi sınıfı içinde hızla güç kazanıyor. Sri Lanka siyasi geleneğinde sendikaları örgütleyen hep partiler olmuştur. LSSP hem sendikalar kuruyor ve yönetiyor hem daha o dönemden meclise (sömürgeci dönemin en son aşamasında huzursuzlukları massetmek için İngiltere bir yarı-parlamenter sisteme razı oluyor) milletvekilleri yolluyor.
Parti İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1948’de Sri Lanka bağımsızlığına kavuştuktan sonra iyice güçleniyor. Oy oranı ve milletvekili sayısı seçimden seçime değişmekle birlikte mecliste grubu olan en büyük partilerden biri haline geliyor. 1960’lı yıllara gelindiğinde hem büyük kentlerdeki özel sektör işçilerini hem kamu işletmelerinde çalışan işçileri hem kamu çalışanlarını hem de plantasyon (büyük tarım işletmeleri) işçilerini örgütleyen farklı sendikaları yönetiyor. LSSP’nin bu sayede bir milyon işçiyi yönetmekte olduğu bile söyleniyor! Bu da nüfusu bugün bile 22 milyon olan, 1960’lı yıllarda muhtemelen 10-12 milyon olan bir ülkede! Ama ne oluyorsa işte bu büyüme aşamasında oluyor.
LSSP, 1956 seçimlerine Sri Lanka’nın en büyük iki partisinden biri olan sosyal demokrat eğilime sahip olduğu söylenebilecek, başında Bandaranaike adında bir liderin olduğu bir parti ile seçim bölgelerini bölüşerek giriyor. Bu bile LSSP’nin üyesi olduğu Dördüncü Enternasyonal Uluslararası Sekrataryası tarafından eleştirilmişken LSSP daha sonra çok daha ileri bir adım atıyor. Banadaranaike 1959’da bir suikaste kurban gittikten sonra lderliği devralan eşi Bayan Bandaranaike 1960 seçimleri ertesinde yeniden hükümet kuruyor. LSSP hükümete güven oyu veriyor! Ardından iki seçim arasında Bandaranaike LSSP’ye koalisyon ortaklığı öneriyor. LSSP kabul ediyor! Partinin üç önemli önderi bakanlık koltuğuna oturuyor!
Oportünizm
Kapitalist düzenin normal koşulları altında işlemekte olduğu bir dönemde burjuva partileriyle koalisyon hükümetlerine katılmak, burjuva hükümetlerine bakan vermek vb. sosyalist harekette ta 19. yüzyıldan bu yana, yani Lenin’den bile önce reddedilen bir sınıf işbirlikçiliği örneği olarak görülmüştür. Bu tür kabul edilmez bir politik tutum ilk kez Fransa’da Millerand adlı bir sosyalistin burjuva hükümetine bakan olarak girmesinde görülmüş olduğundan, bu ilke ihlali Millerand’cılık (ya da Millerandizm) olarak bilinir. 20. yüzyılın ilk yarısında, işçi partilerinin burjuva partileriyle ittifak içinde kendi ellerini bağlayan hükümetlere girmesi de bir bakıma mantıksal açıdan bunun bir alt başlığıdır ve Halk Cephesi olarak bilinir. Trotskizm, bir taktik doğrultu olarak Halk Cephelerine sert eleştirisi ile tanınmıştır.
İşte 1960’lı yıllara gelindiğinde en azından partinin siyasi sistem içindeki konumu bakımından dünyanın en büyük ve etkili denebilecek Trotskist partisi, bu derece temel bir ilkeyi, ortada hiçbir istisnai veya olağanüstü etken de yokken çiğneyebilmiştir! Bu, partinin Dördüncü Enternasyonal Uluslararası Sekretaryası’ndan ihracı ile sonuçlanmıştır. Partinin sol kanadı koparak Enternasyonal seksiyonu haline gelmiştir. Ama partinin onyıllardır biriktirdiği sendikal, mali, üye, prestij ve yaygın ilişkiler ağı varlığı ana partide, yani LSSP’de kalmıştır. (Sol kanat kendine LSSP (Revolutionary Section-Devrimci Seksiyon) adını koymuştur.)
Diyeceksiniz ki belki de işçi ve emekçi sınıflar açısından büyük işler başarıldı. Öyle değil. Bayan Bandaranaike hükümetinin çizgisi, LSSP ile koalisyon hükümeti kurulmadan önce, her ne kadar bazı kamulaştırmalar vb. içerse de Sinhal çoğunluğu kayıran, azınlık Tamil ulusunun haklarını ayaklar altına alan bir doğrultuda idi. LSSP ise bütün tarihi boyunca bütün öteki siyasi partilere karşı tek başına, Tamil azınlığın sadece Sri Lanka yerlisi olanlarının değil, Hindistan’dan tarım işçisi olarak gelip adaya yerleşmiş ama Sri Lanka vatandaşlığına sahip olmayanlarının bile haklarını savunmuştu. Koalisyon hükümeti bu ilkesel enternasyonalist politikanın da terkiyle sonuçlanıyor. 1970 sonrasında Banadaranaike anayasayı değiştirecek, bu arada Sinhal çoğunluğun dini olan Budizmi Tamillerin dini Hinduizme karşı kayıracaktır.
Ama mesele bunlar değil. Bandaranaike hükümeti ağzıyla kuş tutsa, onun reformları sayesinde kazanılacak hiçbir şey LSSP’nin bir parti olarak yitirdiği esas değeri telafi edemez. LSSP bir burjuva hükümetinde kapitalist düzenin işleyişinin memuru olarak çalıştığında, o hükümet ne reform gerçekleştirirse gerçekleştirsin, devrimciliğini yitirmiş olur. Hiçbir toplumsal kurum düzene uyma konusunda aşılı olamaz. En militan sendika önderi bir gün burjuvazinin yardımcısı haline gelebilir; en devrimci teorisyen bir gün emperyalizmin hizmetine girebilir; en devrimci parti bir gün düzen partisi haline gelebilir. Oportünizm, bir partinin, bir devrimci önderliğin, kısa vadede büyük ilerleme vaad eder gibi görünen bazı avantajları kullanma hevesi içinde, önüne çıkan fırsatları (Batı dillerinde “oportünite”nin anlamı “fırsat”tır) kendine göre “akıllıca” kullanmakla partiyi güçlendireceği yanılsamasına düşmesine verilen addır. Bu örnekte olduğu gibi “sağ” olabilir. Türkiye’de 1960’lı yıllardaki “cuntacı” akıma katılan Marksistlerin durumunda olduğu gibi (kısa yoldan sonuca varmak anlamında) “sol” olabilir. Ama ilkeler çiğnenmemek içindir ve boş yere konulmamıştır! Oportünizm devrimciliğin düşmanıdır.
Öykünün bundan sonrası anlatılmaya değmez. Koalisyon hükümeti parlamenter politikanın mantığına uygun olarak bir süre sonra sandıkta gerilemiş, çoğunluğu sağcı partiye kaptırmış, o aşamada iktidar ve kudret, şöhret ve içi boş parıltı getirmiş olan hükümet konumu elden gidince partinin içi de boşalmaya başlamıştır. Bundan sonrası yokuş aşağı bitmek bilmez bir yuvarlanmadır. Parti yıllar onyıllar üzerinden onlarca parçaya bölünmüştür.
Parti Hızır’dır!
Ak akçe kara gün içindir. Devrimci parti devrim günü içindir! Elbette parti devrim anına dek elini kolunu bağlayarak oturup bekleyecek değildir. Elbette her verili konjonktürde sınıf mücadelesini ileri taşıyacak, işçi sınıfının bilincini yükseltecek, sınıfın müstakbel müttefiklerini sınıfın yanına cezbedecek politikalar, önlemler, adımlar küçük küçük atılacaktır. Parti bu alanlarda hep çok esnek, çok yaratıcı olmalıdır. Ama burjuvaziden uzak durmalıdır! Kendini burjuva düzeninin ipleriyle bağlamamalıdır. Burjuva düzeninin içinde mücadele ederken, ideolojik ve politik anlamda dışında kalmalıdır.
Çünkü günü gelecek, işçi sınıfının, emekçi halkın, ezilen cinsin, ezilen ulusun ya da mezhebin, gençliğin, diğer ezilenlerin devrimci partiye ihtiyacı olacaktır. Bu ihtiyaç, derin bir sefaletin içinde, siyasi kriz ve boşluk anında, bir iç savaş veya askeri yönetim (bazen de faşizm) tehlikesi altında, bazen de savaş tehdidi yaşanırken ortaya çıkacaktır. Devrimci parti Hızır’dır, yetişmelidir!
Şimdi Sri Lanka halkı dört aylık kahramanca mücadelesinden sonra bir türlü çıkar yol bulamıyor. Bakanları devirdi. Başbakanı devirdi. Cumhurbaşkanı’nı sarayını işgal ederek devirdi. Onun vekâleten görev yapmakta olan yeni başbakanını devirdi, rezidansını yaktı. O da “tamam ben istifa ederim” dedi. Ama aynı emanetçi başbakan ertesi gün, Maldivlere, sonra Sngapur’a kaçmış olan, daha sonra BAE’ye kaçması beklenen cumhurbaşkanının, kendisini geçici cumhurbaşkanı atadığını açıkladı. Halk gitti bu sefer başbakanlık çalışma ofisini bastı. Sen kimsin Gotabaya, daha ülkende durmaya, halkının karşısına çıkmaya cesaret edemiyorsun, ama başkasını başbakan atıyorsun. O da olağanüstü hal ilan ediyor, orduya “gerekirse halkı kurşunla” anlamına gelen talimatlar veriyor!
Halk şu anda nasıl çaresiz görüyor musunuz? Elbette halk çok güçlü. En kudretlileri devirdi. Ama zarlar hileli, görmüyor musunuz? Halk birine, bir bireye veya bir partiye görev vermek zorunda iradesinin postallar altında çiğnenmemesi için. Sarayı aldı. Havuza daldı. Yatağına yattı. Ama milyonlar cumhurbaşkanı koltuğuna oturamaz ki!
Şayet LSSP önderliği oportünizm yoluna girip partiyi bitirmiş olmasaydı, şimdi halkın en azından en bilinçli kesiminin bir rehberi olacaktı!
Hâşiye
Bu yazı aslında bitti. Nasıl bizde avukatlar savunma yaptıktan sonra “muhterem heyet, maruzatım bundan ibarettir” derler, Latin Amerikalı devrimciler de konuşmalarını “söyleyeceğim bundan ibarettir” diye bitirir, bazen de eklerler: “Başka bir şey yok.” Bizim de söyleyeceğimiz bitti. Buraya kadar başka bir ülke örneği temelinde anlatılanlardan devrimci bir partinin işçi sınıfı ve emekçi halk açısından nasıl vazgeçilmez olduğunu anlamayanlara söyleyecek başka bir şeyimiz yok.
Ama anlayanlara son bir sözümüz var. Şayet sosyalizm kelimesini dahi memleketinin diline ilk sokan LSSP oportünizmin iğvasına kapılmayıp daha alçakgönüllü olsa da devrimci bir parti olarak varlığını sürdürebilseydi, yazının başında söylediğimiz gibi tarih talih gibi görünecekti. Gerçek anlamda proletarya devrimcisi partilerin pek az kalmış olduğu bir dünyada devrimci bir kriz yaşanıyor ve tesadüfe bakın ki bu devrime yol gösterebilecek, kitleleri örgütleyerek iktidara taşıyacak bir devrimci parti de mevcut! Ne şans! Mı?
Hayır, bin kere hayır. Leninist metod, azim, sebat, sabır.
Hem yerel olarak o ülkede, hem uluslararası düzeyde. Maalesef eski önderlikler yapamadı. Genç kuşaklar, 12 Eylül döneminde ve AKP döneminde doğanlar yapabilir, yapacaktır!