Halkın sarayı

Halkın sarayı

çok şükür çok şükür bugünü de gördüm

ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat

Nâzım Hikmet

Rusya’da Ekim 1917 devriminde yaşanan bir olay tarihçiler için hep biraz muamma özelliği taşımıştır. Bolşevikler Geçici Hükümeti devirip iktidarı Sovyet’in en üst organına devrettikten sonra Kışlık Saray’ın şarap mahzenine inen devrimci askerler Çar’ın, her biri bir servet olan yıllanmış şaraplar koleksiyonunun içine dalar, günlerce içerek sarhoş olurlar. Buradaki aykırılığa dikkat çekmek gerekir. Rus işçisi köylüsü şarap içmez, votkadır onun “millî içeceği”. Şarap dediğin züppe asilzâdelerin, onlara yetişmeye çalışan yeni yetme burjuvaların, hâkim sınıfların çıkarlarını korumayı meslek edinmiş olduklarından onlarla hemhal olan politikacı ve generallerin içtiği bir şeydir. Buna rağmen, belki de hayatında ilk defa şarap tatmakta olan, belki de değil kesin olarak ilk kez Fransız şarabı yudumlayan asker üniforması altındaki bu işçi ve köylüler, şişe şişe şarap içerler. “Zafer sarhoşluğu” teriminin o olaydan geldiğine dair hiçbir tarihi iz yok ama yerinde olurdu!

Bugün Sri Lanka’da Cumhurbaşkanı Sarayı’nda gençlerin ve çocukların bazen üzerlerinde pantolonları “ekselansları cumhurbaşkanı”nın havuzuna esmer bedenleriyle balık gibi dalıp dalıp çıktıklarını gören kimileri bunun bir silahsız halk ayaklanması, hatta bir devrim olduğu fikrine soğuk hissedebilir. Halkın pikniğe ya da gezmeye gider gibi sarayın gizemini ve zenginliğini keşfettikten sonra çekilip gideceği bir basit olay gibi görmeye eğilimli olabilir olan biteni. Oysa Sri Lanka’nın başkenti Kolombo deniz kenarında sıcak mı sıcak bir iklimin rehavetinde yaşayan bir kenttir. Gençleri, çocukları denize ne zaman isterse girebilir. Ama cumhurbaşkanının havuzu! İşte o Rus işçisi ve köylüsü için mahzende yıllanmış Fransız şarabı gibidir!

 

Rajapaksa’lar destanının sonu

Artık demir alma günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

Yahya Kemal

İşi hafife almaya yatkın olanlar için gözümüzü başka yere çevirelim: Sri Lanka yoksullarının çocukları havuza dalıp dalıp çıkarken bir videoda yüzleri tam olarak çekilemeyen zengin bir güruh, ayaklarını suya değdirmeden bavullarıyla birlikte donanmanın bir gemisine binmekte olarak resmedilmiştir. Cumhurbaşkanı muhtemelen o grubun içindedir.

“Gotabaya go home!” Sri Lanka’da Şubat-Mart aylarından bu yana yaşanmakta olan derin ekonomik krize eşlik eden büyük halk hareketinin son iki aydır bir numaralı talebiydi. “Eve dönmesi” istenen cumhurbaşkanına halk ilk adıyla hitap ediyorsa bu, mesela Küba halkının Castro’ya “Fidel” diye seslenmesindeki gibi, halkın Gotabaya’ya büyük sevgi duymasından değildi. Gotabaya, son yıllarda dünyada (mesela Trump ailesinde olduğu gibi) ve bizde iyice yerleşmeye başladığı gibi “aile boyu” hükümet etmenin en ileri örneklerini sunan Rajapaksa ailesinin kovulmak istenen son ferdi idi. Halk “Rajapaksa go home!” diyemiyordu çünkü onlardan çok vardı. Ama diğerleri halk tarafından zaten “evine yollanmıştı”! Şimdi hedefte olan Gotabaya idi, onun için adıyla hitap ediliyordu. Ondan önce 9 Mayıs’ta Gotabaya’nın ağabeyi eski cumhurbaşkanı, o tarihte ise başbakan olan Mahinda devrilmiş, ülkenin kırsal bölgesinde bir yerde saklanmayı seçmişti. (Daha evvel Rajapaksalar 2009’da azınlık Tamil halkını katlederken bu sefer Mahinda cumhurbaşkanı, kardeşi Gotabaya başbakandı!)

Bundan ibaret de değil. Dev ekonomik kriz doğmadan önce hükümette “al gülüm ver gülüm” çalışan üç Rajapaksa daha vardı. Mesela Trump’ın damadı Kushner ve oğlu (babasının hınk demiş burnundan düşmüş adaşı) Donald Jr. gibi.

Şimdi, biraz düşünün: Gençler ister havuza girsin, ister cumhurbaşkanının yatağına uzanıp selfie çeksin, dört aydır yoksulluktan kıvranan bir halk, bir hükümetin beş Rajapaksa’sını ve onlarla birlikte onlarca bakanını “görevden almışsa”, azletmişse, halk gibi konuşalım onlara “yol vermişse”, onları “kovmuşsa”, buna ne denir? Hem de Mahinda gittiğinde yerine getirilen kriz dönemi başbakanı da kendisi istifa etmişse? Başarılı bir halk ayaklanmasından başka nedir bu? Mahinda’nın cumhurbaşkanı olduğu 2005’ten 2022’ye kadar ülkeyi 20 yıl yönetmiş bir hanedanı başından silkip atmışsa, onların kurduğu rejimi devirdiyse buna ne denir? Bir politik devrim değildir de nedir bu? Bu politik devrimi yapanlar mesela ordu içindeki bir ilerici cunta ya da hükümetteki kliğin karşısında örgütlenmiş bir hâkim sınıf kesimi değil, dört aydır açlıktan yoksulluktan kıvranan bir emekçi halk ise üstelik bir sosyal (toplumsal) devrimin yolunu bir ihtimal olarak açmaz mı bu politik devrim?

Dünya devriminin üçüncü atağı başlıyor

2008’de dünya kapitalizmi Üçüncü Büyük Depresyon’un pençesine düşeli beri dünya halkları kapitalizmin ensesinden ayrılmıyor. 2011’de Tunus ve Mısır devrimleriyle başlayan dünya devrimi hızla Akdeniz’e ve başka coğrafyalara yayıldı. Sonra geçici olacağı belli olan bir yenilgiye uğradı, duraladı. 2019’da yeniden gürül gürül akmaya başladı. Önce yine Arap coğrafyasının başka ülkelerinde: Sudan’da, Cezayir’de, Irak’ta, Lübnan’da. Arada Sarı Yelekliler adıyla Fransa’da gösterdi yüzünü. Ama sonra kanı kızgın bir başka coğrafyaya sıçradı: Latin Amerika’da Ekvador’da, Şili’de, (faşist bir darbe girişimine karşı) Bolivya’da, Haiti’de, hatta ABD sömürgesi Porto Riko’da başını kaldırdı. O kadar yerleşti ki, pandemiye rağmen bile, hem de Güney Amerika’nın en gerici ülkesi Kolombiya’da dev bir halk isyanı ile ortaya çıktı. ABD bile, tarihinin en kitlesel hareketiyle 2020 yazında George Floyd’un ölümüne isyan etti.

Kapitalist dünya ekonomisi pandemiden önce bataklığa girme işaretlerini zaten veriyordu. Pandemi yavaşlar yavaşlamaz enflasyon patladı. Merkez bankaları enflasyonla mücadeleye başlayınca bu sefer ekonomik daralma tehlikesi yüz gösterdi. Her ülke kendi diliyle “hayat pahalılığı” çığlıklarıyla yaşıyor. Bizde (Sudan gibi hiç durmayan bir devrimin sarstığı yoksul bir ülke veya Arjantin gibi ekonomik krize abone olmuş bir başka ülke, bir de Sri Lanka dışında) kriz herkesten ağır. Ama her ülkede işçi emekçinin elini ve canını yakıyor hayat pahalılığı.

İşte kapitalizm gerçek yüzünü gösteriyor. Dünya çapındaki büyük krizinin ardında yatan tarihsel gerilemesi sadece savaş ve faşizme yol açmıyor. Halka ekmek veremiyor artık! Mayıs’ta Peru, Haziran’da Ekvador halk isyanlarıyla sarsıldı. Artık bütün ülkeler sırada. Türkiye’nin kapitalistleri fabrikalarını “halk ayaklanması”na karşı sigorta ettirmeyi konuşuyor.

Yoksullar böyle de zenginler çok mu iyi. Tek bir örnek verelim: Avrupa Birliği’nin üç büyüklerinden İtalya’da büyük depresyon başlamadan önce, 2005’te “mutlak yoksulluk’tan kıvranan nüfus 1,9 milyonken bugün rakam 5,6 milyona, yani tam tamına üç katına çıkmış durumda. Bu yoksulluk çocukları ve 18-34 yaş arası genç nüfusu, yaşlılara göre üç katı daha fazla vuruyor (Il Manifesto gazetesi, 9 Temmuz 2022). Rakamlar sendikaların bile değil. Istat’ın, yani İtalya’nın TÜİK’inin. (Pinokyo’nun memleketinde bile bizimki kadar yalancı değil istatistik kurumu!)

Bu halklara devrimi çok mu görüyorsunuz?

Şiirsel adalet

İngilizce bir deyim var. Suçlu birinin hayatın gelişmesi içinde ciddi hüsrana uğradığı durumlarda kullanılıyor: “Poetic justice” ya da “şiirsel adalet”. Bizdeki “ilahi adalet”e benziyor tabii ama ilahi güçleri dünyevi işlere karıştırmadan ifade ediyor yaşananı.

Rajapaksa hanedanının başına gelenlere ancak “şiirsel adalet” denebilir. Sri Lanka’da Sinhal etnik çoğunluğun yanı sıra bir de Tamil etnik azınlık yaşıyor. Tamil Kaplanları adında bir örgüt onlarca yıl boyunca Tamiller’in ezilmesine karşı gerilla savaşı verdi. Sonra 2005’te Mahinda cumhurbaşkanı, Gotabaya ise başbakan oldu. Onlarca yıl boyunca yenilgiye uğratılamayan Tamil Kaplanları 2009 yılında yenildi ve mücadele bitirildi. Nasıl mı? On binlerce sivil katledilerek. Küçük ölçekli bir Tamil soykırımı yoluyla.

Rajapaksaların elinde Tamil halkının kanı var. Sri Lanka halkı onları sadece hırsızlık ve yolsuzluk gerekçesiyle değil, Tamil katliamı için de mahkemeye çıkarmalı, bütün dünyanın gözleri önünde yargılamalı. Sri Lanka’nın yoksul işçisi ve emekçisi de halka kıyanın kendi dostu olamayacağını öğrenmeli. Marx ne demişti? “Başka bir halkı ezen halk kendi zincirlerini örüyor demektir.” Sri Lanka halkı bunu açlıkla öğrendi. Açlıkla terbiye oldu.

Halka önderlik gerek, işçi sınıfına parti gerek!

Sri Lanka’da halkın dört aylık yılmaz bir mücadeleyle rejimi devirme yönünde dev adımlar atması, ülkenin artık düze çıktığı, halkın yoksulluğunu ortadan kaldıracak yepyeni bir düzen kurulacağı, bundan sonrasının kendiliğinden geleceği anlamını taşımıyor.

Hayır, daha şimdiden istifa eden geçici başbakan partilere çağrı yapıyor. Parlamento toplansın, idareyi ele alsın diyor. Zaten bu yüzden istifa ediyor. Ulusal birlik hükümeti kurulsun diyor.

Bu, Sri Lanka’nın burjuvazisinin halkın başlattığı devrimin derinleşmesini engellemek için attığı bir adımdır. Bugün “ulusal birlik hükümeti” diyen, burjuvazinin devrime karşı “birliği”ni savunuyor demektir. Son mevzileri harekete geçiriyorlar. Ondan sonra da ordu gelir.

Halkın devrimci bir önderliğe ihtiyacı yakıcıdır. Bunun bir işçi sınıfı partisi olması tek çıkar yoldur. Bildiğimiz kadarıyla bu görevi üstlenecek güç ve kavrayışta bir parti Sri Lanka’da mevcut değil. Bu büyük ve yakıcı devrimci hareketin ateşinde inşa edilebilir mi göreceğiz. Ama devrimci önderliğin tarihin kilidini açacak güç olarak eksikliği, Trotskiy’in 1938’de bu sorunu ifade ettiği döneme göre çok daha büyük bir sorun olarak karşımızda duruyor. Hem de bütün dünyada.

Bu sorunu çözdüğümüzde bütün saraylar halkın olacak.