Başlıyoruz… Kıbrıs’ta 40 Yıllık işgalin bilançosu: “Aslında henüz hiçbir şey konuşmadık!” ya da “unutulmuş enternasyonalizm”e dair bir girizgâh…

Türkiye’de kitle önünde Kıbrıs’ı anlatmak için konuşma yapmam için ne zaman “sıra gelse” dilim dolanır. Doğrudan Kıbrıslılara seslenmeyen bir “Kıbrıs yazısı” için masa başına oturduğumda da aynısı olur. Fark etmiyor yazmakla konuşmak arasında bir şey… Cümleye ortasından girmek isterim, oysa karşımdakiler cümlenin başını bilmiyor. Bir sonuna bir başına giderken de Kıbrıs’ı anlatmak da anlamak da zorlaştıkça zorlaşıyor. Çok büyük sorularla ve anlatılarla uğraşırken Türkiyeli bir emekçi bir soru sorar: “Kıbrıslılar neyle geçinir?” diye. Orda tokatla balyoz arasında bir darbe alır silkelenirim.

Yıldönümleri hatırlamak için bir mecburiyettir. Hele bir de sonu sıfırlı yıldönümlerinden kaçamazsınız. Daha Temmuz ayına çok olsa da işgalin 40. yılına dair şimdiden olabildiğince geniş ölçekte bir bilanço çıkarmaya başlamak gerek. Temmuz ayında yazılacak 1-2 yazı, Ağustos ayında yapılacak bir konserle, belki bir eylem… Türkiye ve dünya soluna zorla hatırlatılacak bir “anma” ile olacak iş değil. Uluslararası ölçekte bu “hatırlatma” ile uğraştığımız son birkaç yılda şunu öğrendik ki çok büyük adımlar attığımızı sanırken hiçbir yere gidememişiz…

Bu yıl hem savaş suçlarının hem de enternasyonalizm suçlarının yargılanmaya başlanması gerek: Savaş suçları malum… Örneğin: Adana’da Seyhan’ın kenarında gömülen binlerce “savaş esiri” Kıbrıslının kemikleri! Enternasyonalizm suçları ise mevzu Kıbrıs olunca liberal bir amentüye dönüşmüş “hatırlamak” ve “yüzleşmek” fiillerinden bile köşe bucak kaçan Türkiye solunun bütününden hesap sormamız gerek!

Tüm milliyetlerden “kılıç artığı” Kıbrıslıların ve onların gerçek dostları olan enternasyonalistlerin önünde duran bir görev bu: Hatırlamak veya yüzleşmek değil, hesap sormak!   

1974-2014: İşgalin ve bölünmenin 40 yıllık tarihi

“Tarih; tarihçilere, akademik statünün gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir.” – Martin Bernard

Çürüyen Kıbrıs tarihinin küf, leş ve kan kokan oğulları ve kızları olarak dünya devriminin Kıbrıs meselesini Akdeniz’in dibine batırıp çıkarmamız gerek… Akdeniz-Ege, Ortadoğu ve Avrupa ölçeğinde devrimle ilişki kuranlar için barbarlık ve sosyalizm arasındaki tüm mücadelelerde yok sayılamayacak bir cephedir Kıbrıs: Emperyalizmin askeri harekât planlarında adı geçmediğinde bile deniz ve hava filolarının yakıt depolamak için uğradıkları bir limandan bahsediyoruz.  

Sadece kırk yıllık işgal tarihini değil, birinci dünya savaşından bu yana 100 yıllık dünya tarihini Kıbrıs’tan anlatmamız gerek. Kıbrıs’ın “dünya tarihi”ne baktığımız zaman karşımıza tek bir şey çıkar: Yurtseverlikle, “küçük anlatılar”la parçalanmış hikâyelerle, “yapı sökümü” ile değil, sadece ve sadece enternasyonalizmin açıklayabildiği bir hikâye ile karşılaşırız…  

Portrelere, fotoğraflara ve anılara da bakmak durumundayız: 1915’te sürülen Ermenilerin Kıbrıs’a gelebilenlerinin 1974’te Türk ordusu geliyor diye bir kez daha Kıbrıs’ın kuzeyinden güneyine kaçışını da anlatacağız. Kıbrıs öyle bir yerdir ki herhalde Kıbrıs’a dair söylenmiş en doğru söz “kimin yerli kimin göçmen olduğunun belli olmadığı bir hiçbir yer” olduğudur.

Hatırlamak veya yüzleşmek değil, hesap sormak!  

Bülent Ecevit’in “Türk jetleri şu an Rum mevzilerine çiçek atıyorlar” dediği harekâttan sonra “Özel Harekât”çı Edip Tanrıkulu “Ölen esirlerin sadece o çukurdaki (Adana/Seyhan) 775 kişi olmadığını, gerçekte toplamının 2500 kişiden fazla olduğunu” söylerken neyin hatırlaması veya susması…

Kıbrıslıların garip bir vücut dili vardır. Tarih bedenlerimizi eğitti. Coğrafya dilimizi ufaladı. Eskiler çok yapar: Dudaklarının arasında bir fermuar varmış da onu çekiyormuş gibi bir hareket yapar eliyle… Konuşmamanın, susmanın, yemin bozmamanın hareketidir bu. Bu yüzden yüzleşmek, özür dilemek, toplumsal hafızanın yaralarını sarmak gibi liberal amentülerin üzerinden sıçrayıp hesap sormayı, yargılamayı ve cezalandırmayı öğrenmek zorundayız!

Kıbrıslılar kastettiğimiz yeminin ne menem bir şey olduğunu çok iyi bilir…  Dışarılılar için “yemin”in ne olduğunu açmamız gerek: Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Özal Harp Dairesi/Kontrgerilla ya da “emperyalizmin tetikçileri” dediğimiz kadrolar tarihi kana bularken ve coğrafyayı tahrip ederken Kuran, bayrak ve silah üstüne yemin ettiler. Kıbrıs’ın bağımsızlığı için 50’lerde başlayan silahlı mücadele sürecine Britanya emperyalizmi Türkiye’yi dahil ederek aradan sıyrıldı. 1915 soykırımından sonra belirli aralıklarla “temizlenen” gayrimüslimler, Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar, bu kez de Kıbrıs için temizlendi 6-7 Eylül 1955 olayları sırasında: Bu temizlik Kıbrıs’ta Britanya emperyalizmine karşı başlatılan silahlı mücadelenin bir sonucuydu… “Namus ve şeref üzerine” edilmiş olan yemin de Kıbrıs’ı bölmek için yola çıkanların rütbesi oldu!

Kıbrıs’ın bölünmesi için iklimi uygun bir kıvama sokanlar ilk kurşunu attıkları günden beridir susuyorlar. Namus üzerine edilen bu yemin, tetikçilerden hesap sormanın da Kıbrıs tarihini öğrenmenin de önünde engel! Ceset kokan bir TMT yemini yüzünden sonradan “solcu” olan eski teşkilatçılar bile sırlarını mezara götürdü. Aslında herkesin her şeyi bildiği ama herkesin her şeyi sustuğu bu yerde yemin tarihten kaçmanın en kestirme yolu. Özel Harp Dairesi’nin, NATO’nun ve onların yerli tetikçilerinin yemini bizde hükümsüzdür! O fermuar açılacak, açılmazsa da patlatılacak: Çünkü aslında henüz hiçbir şey konuşmadık!

Başlıyoruz: Lamı-cimi yok…

Lamı-cimi yok: 2014 yılı Türk işgalinin 40. yılı…

Birinci dünya savaşının 100. yılı. Kıbrıs’ın Britanya emperyalizmi tarafından ilhakının da 100. yılı! Aslında her şey 1914’le başlıyor: Britanya sömürgeciliğinin “Böl-Yönet” politikası ile Kıbrıs parçalanmaya başlıyor. Sonrasında da 1974’ten 2014’e: Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyeti tarafından işgal edilmesinin ve yeniden sömürgeleştirilmeye başlanmasının 40 yılık tarihi.

2014 Kıbrıs’ın AB’ye girişinin 10. yılı: 10 yıllık bir AB macerasının sonucu ortada. Hâlâ AB hülyalarında gezinenler için Kıbrıs dersi: İflas etmiş bir devlet, çürüyen bir toplum, silahsızlandırılmış bir işçi sınıfı ve Kıbrıs’ın üzerinde daha çok silahlanan, mevzi kuran, üslenen bir emperyalizm. Avrupa Birliği’ne girip “Avrupalı sosyalistler”le birlikte hâlâ “sosyal Avrupa” ve “emeğin Avrupası” için mücadele etmekten bahsedenlere duyurulur: AB’ye girmiş ve sosyal-ekonomik iflas etmiş örnek ortada!    

2014 yılı AKP’nin yükseliş döneminin “evet”lerinden olan Annan Planı’nın da 10. yılı. “Çok şükür, çok şükür, bugünü de gördük!” Annan Planı’ndaki “evet”le “Türkiye’nin önünü açtık” martavallarından 10 yıl sonra o “evet” TC devletinin boğazında düğüm oldu!

Kıbrıs akşam baskısı: Ermeni Soykırımı’ndan Roboski’ye bir tek Kıbrıs’ın işgalini mi görmezden geleceksiniz?

Malum Aralık ayı katliam ayıydı: “Hayata Dönüş Operasyonu”, Roboski… Sonra da Paris Katliamı! Bu vesile ile TC’nin katliamlar tarihi yeniden konuşuldu-tartışıldı. Konuşulmadığı zaman da yok. Ama bir adım ileri gidilmiyor. Katliam yaşanmamış ay olmadığı için Ermeni Soykırımı’ndan Roboski’ye istisnasız bir şekilde bütün katliamlar ve soykırımlar “bir şekilde mecburen” hatırlanıyor.

O günlerde bir harita dolaşıyor internette: Katliamların isimleriyle Türkiye haritası çizilmiş. O haritayı her gördüğümde Kıbrıs düşüyor bilincime. “Hepsini yazdılar, bir Kıbrıs’ı mı unuttular?” diyorum durmadan kendi kendime…

Soru gayet basit: Bir Kıbrıs’ı mı görmezden geleceksiniz? O haritanın kenarına “Kıbrıs 1974” yazamaz mıydınız?

Yazamazdınız çünkü daha hiçbir şey konuşulmadı!

1974 Kıbrıs Savaşı: Türk burjuvazisinin sömürgeci sınıf savaşı, devletin hafızası, sınıf mücadelelerinde bir sürekliliğin temsili…

Kıbrıs politikası, savaşı ve işgali, Türk burjuvazisi için iki anlama gelir: Misak-ı Milli içindeki sınıf taarruzlarının devamı ve Misak-ı Milli içindeki sınıf mücadelelerinin mazereti. 

Kıbrıs işgali Türk devleti açısından 1915 Ermeni Soykırımı, 1922 İzmir yangını, 1934 pogromları, Varlık Vergisi, Aşkale ve Sivrihisar sürgünlüğü, 6-7 Eylül ’55, 1964 Kovulmaları’nın bir devamıdır. Bugün Özel Harp Dairesi olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu’nun 50’li yıllarda hazırladığı ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Orgeneral Cevdet Sunay’ın bilgisi dahilinde olan Kıbrıs İstirdat Projesi (Geri Alma) Albay İsmail Tansu’nun “Kim ne derse desin bu bizim idealimizdi” diye özetlediği bir TC devlet siyasetidir.

Bunca deneyim ve devlet dersinden sonra biliyoruz ki devlet kendi icraatlarını yapan kadroları “çete” ilan ediyor: “derin” veya “paralel” ilan edip bütün vakalardan sıyrılmanın ve hesap vermemenin yolunu bulmakta ustalaşmıştır. Özellikle son yıllarda Kıbrıs’a dair her vakayı Ergenekon denilen torbaya atarak sıyrılma çabası da malumdur. Bunlar bizi bağlamıyor: Emperyalizmin parçası olarak Türk devleti ve burjuvazisinin kendisi ve alt-örgütleri sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması sürecinde, sermayeye/kendisine jeopolitik havzalar-yaşam alanları açmaktadır. Tüm katliam, soykırım ve pogromlar bu sınıf savaşının parçasıdır. Tarihi bir bütün olarak kavradığımızda bu durum çok berraktır!    

Sibel Özbudun ve Temel Demirer “Hayata Dönüş Operasyonu” üzerine yazdıkları bir yazıda tarihe not düştüler: “Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever operasyonda gösterilen ‘fedakârlık, sevk ve idare becerisi, dirayet’ gibi sebeplerle İçişleri ve Adalet Bakanlığı’nı kutluyor, devletin varlığını hatırlattıkları için teşekkür ediyordu. Sabah’ın görüşünü dillendiren Güngör Mengi ise; operasyonu ‘Hayat kurtarma operasyonu’ olarak adlandırmakta beis görmüyor hatta devleti gecikmeden sorumlu tutuyordu. Ecevit’in kararlılığına övgüler düzüp, operasyonu Kıbrıs Barış Harekâtı’na benzeten ve her şeyin insanî ölçütler göz önünde tutularak yapıldığını ifade eden ise Güneri Civaoğlu’ydu.” (19-22 Aralık 2000’in anımsatıp öğrettikleri, Devrimci Yolda Özgürlük, No:2, Şubat 2011)

Temel yoldaşın ve Sibel Ablanın yazısındaki vurgu bana ait. Hayata Dönüş Operasyonu üzerine yazarken bile Kıbrıs işgalini hatırlayan burjuvazinin aydınları hiç farkına varmadan devletin ve burjuvazinin nasıl düşündüğünü ve sınıf belleğinin-bilincinin nasıl bir taarruz planı ile hareket ettiğini itiraf ederler. Basit bir Kıbrıs Harekâtı-Hayata Dönüş Operasyonu benzetmesi bile ezilenler açısından fazlasıyla öğreticidir: Tümünü görüp sadece Kıbrıs’ı görmezden gelerek bir kenara ayırmak tarih bilincinde bir kara deliktir. Devlet ve burjuvazi asla görmezden gelmedi ve hep bir harekât planına sahip oldu, ezilenler ve işçiler cephesinde ise Kıbrıs’ı yok sayma, küçümseme ve inkâr ya da kaba bir karikatüre indirgeme hep egemen olandır.

Enternasyonalizm açısından mesele dünya devrimi meselesidir. Özelde ise Akdeniz Sosyalist Birleşik Devletleri, Ortadoğu-Ege-Balkanlar sathında insanlıkla barbarlık arasında bir mücadele! Kıbrıs tüm bunların ortasında bir düğümdür… Emperyalizm cephesi bu düğüme düğüm atarken enternasyonalizm cephesinin bu düğümü çözecek tek hamle olan kılıç hamlesinden başka çaresi yoktur. Bu da görmezden gelerek olacak iş değildir!

Başlarken: “Kalbi kırık adada, ah kardeşler!”

"baba korkuyorum... girne'den o limana giderken sanki bir daha gidemeyeceğim diye her ayrıntıyı ezberlemeye çalışıyorum. ve arkadaşlarımdan ayrıldığım zaman sınırda hep dönüp ardıma bakıyorum, sanki son defa görüyorum onları. sanki o yeşil hattın izleri içime saplanmış. korkuyorum baba ve sen artık sarılmıyorsun yaralarıma. susmana rağmen hâlâ ben duyuyorum sesini. bu yola sen getirdin beni. şimdi sıra bende… seni bu yolun sonuna kadar götüreceğim. bir daha inanacaksın baba… sana, bana, ona, bize, barışa."

İrini Constantinou

Yukarıda okuduğunuz paragrafı epey bir zaman önce İrini’nin Türkçe yazdığı bir yazıdan alıp kaydetmiştim. İrini barışa susamış Kıbrıslı genç bir kadın.

Hatırlayacak kadar yakın bir zamandı, unutmayacak kadar anı ve kayda düşecek kadar tarihti. Lefkoşa’nın kuzeyinden güneyine bakan bir balkonda “sınır”a yaklaşık 400 metrelik bir mesafede Türkçe konuşabilen bu genç Rum kadın sormuştu: “Bu savaş ne zaman bitecek?”

Adı İrini idi, yani ‘barış’. Barışı özleyen bir ailenin çocuğuna sıklıkla verdiği isim. Hele yer Kıbrıs’sa zaman 1974’ten sonraysa orada bir duracaksın: Müziğin sesini duymayanlar dans eden kalabalıkları deli sanır, silah seslerini duymayanlar da İrini’yi deli sanabilirdi, o duyuyordu.  Memlekette savaş yoktu en nihayetinde ateşkes vardı birçoğuna göre, bazılarına göre de barış vardı, “devletimiz” vardı.

Yıllar önce İrini’ye bir şiir yazmıştım. Şiir çok kötüydü ama başlığı hâlâ yerli yerinde duruyor: “İrini’ye bir ihtilâl sözüm var!” 

Sınıf belleği: Unutulmuş enternasyonalizm!

Aşağıda okuyacağınız metin yakın tarihe ait. 2009 yılında Türkiye ve Yunanistan’dan DİP ve EEK’in yaptığı çağrı… Bu çağrıdan sonra 5 Şubat 2009’da Adana’ya gömülen Kıbrıslılar hakkında başka itiraflar daha yapıldı (“Ölen esirlerin sadece o çukurdaki 775 kişi olmadığını, gerçekte toplamının 2500 kişiden fazla olduğunu”) Ama Türkiye solu yüzünü zorlama istisnalar dışında Kıbrıs’a bir türlü çevirmedi!

2011 yılında bu satırların dahil olduğu çevrenin ısrarla yazdığı çağrı mektupları ve enternasyonalizm görevi “hatırlatma”ları sonucunda zorla da olsa Türkiye solu ve işçi hareketi yüzünü Kıbrıs’taki genel grevlere döndü.

1974 yılında tek tük istisnalar dışında bütün olarak Türkiye solu sosyal şovenizm, Moskova’ya bağlılık ve zikzak politikası ortasında afalladı. 1974-2011 arasında ara sıra kesik kesik telsiz konuşmaları gibi “enternasyonalizm cızırtısı” duyuldu. 2011’den sonra ileriye sıçramak için çalıştık, İstanbul ve Ankara’da çelimsiz de olsa Kıbrıs-Kürdistan Kongreleri yapıldı… Zaman affetmedi 40. yıla gelindi!

Bu yazı önünüzdeki dönemde okuyacağınız “40. yıl yazıları”nın ilki. Kıbrıs’ın işgalinin 40 yıllık bilançosunu çıkarmak ve sizlere Kıbrıs’ı olabildiğince anlaşılır bir şekilde anlatmak görevimiz: Eski kuşaklar üzerimizde çürümeye devam ediyorlar. Hem onların hamallığından kurtulmamız gerek hem de enternasyonalizmin güzergâhını inşa etmemiz gerek.

Bu minvalde DİP’in ve EEK’in çağrı metnini bugün yeniden hatırlatarak başlamanın anlamlı olacağını düşündüm…

 

Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye’nin işçi hareketine ve soluna çağrı

Yunanistan’dan EEK (Devrimci İşçi Partisi) ve Türkiye’den Devrimci İşçi Partisi Girişimi olarak, oyuncu Atilla Olgaç’ın 1974 yılında Türk ordusunun Kıbrıs’a yönelik askeri müdahalesi sırasındaki marifetleri konusunda yaptığı yüz kızartıcı açıklamayı nefretle karşılıyoruz. Bir televizyon programında gözlerine ve kulaklarına inanmakta zorluk çeken milyonlarca izleyicinin önünde yapılan bu açıklamayı kısaca hatırlatmakta yarar var: Olgaç, elleri bağlı on dokuz yaşındaki bir Kıbrıslı savaş tutsağını, kendisine ve üstü olan subaya tükürdüğü için alnından vurarak öldürdüğünü itiraf etmiştir. Devamla, dokuz başka Kıbrıslı’yı öldürdüğünü belirtmiş, ancak bu olayların ayrıntısını vermemiştir. Ertesi gün Türk gazetelerine verdiği demeçlerde yaptıklarını savunan Olgaç, sonra bir dönüş yaparak itirafını geri almış, yazmakta olduğu bir senaryo ile gerçek hayatı birbirine karıştırmış olduğunu iddia etmiştir. Bu dönüşün devletin basıncı altında mı, Olgaç’ın bu açıklama dolayısıyla doğan atmosferden duyduğu kişisel rahatsızlıktan dolayı mı gerçekleştirildiği sorusu, yapılmış olan itirafın muazzam bir önem taşıdığı gerçeğini gözlerden gizlememelidir.

Bu tiksinti verici davranış biçimi mutlaka kovuşturulmalı ve uygun mahkemede yargılanmalıdır. Ancak burada ortaya çıkan, buz dağının yalnızca tepesidir. 1963-74 yılları arasında Türk ve Yunan ordularının ve Kıbrıs’ın şovenist örgütlerinin, yani EOKA-B ve TMT’nin, sadece karşı tarafın silahlı güçlerine karşı değil sivillere karşı da tekrar tekrar katliamlar gerçekleştirdiği aslında herkesin bildiği bir sırdır. Yakın tarihte yaşanan bir dizi başka şey gibi, bu olgu da Kıbrıs’ta yaşayan iki topluluğun ve Yunanistan ile Türkiye’nin arasındaki ilişkileri zehirleyen bir şeydir.

Biz EEK ve DİP olarak üç ülkenin (Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye) işçi hareketine ve soluna bir çağrı yapıyoruz: 1963-74 arasında bütün taraflarca gerçekleştirilen katliamları soruşturmak üzere üç ülkenin de temsil edildiği, “Kıbrıs’ta İnsanlığa Karşı Suçlar Uluslararası Mahkemesi, 1963-1974” adıyla bir mahkeme kurulması yolunda girişimde bulunalım. Bu Mahkeme üç ülkede toplum tarafından kabul görmüş insan hakları savunucularından oluşsun, Kıbrıs’taki her iki toplum bu Mahkeme’de temsil edilsin, Mahkeme’nin konuyla ilgili bütün belgelere ulaşma ve bütün tanıkları dinleme yetkilerini haiz olması için çaba gösterilsin.

Bu alanda enternasyonalist bir tutum, Kıbrıs’ın iki toplumu arasında şovenizmin reddedilmesine dayanan yeni tür bir ilişkinin kurulması bakımından çok ciddi bir katkı olabilir. Bu yeni ilişki tarzı, günümüzde Kıbrıs sorununa emperyalizmin kanadı altında önerilen “çözüm”lerden çok farklı bir yöne işaret edecektir.

 EEK (Devrimci İşçi Partisi)                       DIP Girişimi (Devrimci İşçi Partisi Girişimi)

Yunanistan                                                   Türkiye