Karaburun Bilim Kongresi (İşçi Mücadelesi - 20-09-2008)
Çoğu İzmirli bir dizi genç bilim insanının ve onlarla birlikte çalışan bazı öğrencilerin bütünüyle gönüllü emeğine ve fedakârca çalışmasına dayanan bu organizasyon dolayısıyla düzenleyicileri kutlamak gerekiyor. Katılımın Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nden kalabalık bir öğrenci grubunu içeriyor olması, kongre düzenleyicilerinin Kürt halkına el uzatması anlamını taşıyordu.
İçerik açısından kongre çok doyurucu idi. Konu seçimi çok doğruydu. “Bugünü anlamak” teması, solun karşı karşıya olduğu en önemli konulardan birini gündeme getiriyordu. Bilindiği gibi, son çeyrek yüzyıldır burjuvazinin ideologları ve solda onları izleyenler dünyanın toptan değiştiğini, eski teorilerimizin artık hiçbir işe yaramadığını söyleyip duruyorlar. “Küreselleşme” teorisi, sol liberalizm, postmodernizm, post-Marksizm, post-Fordizm, bilgi toplumu, sanayi-ötesi toplum—bütün bu teoriler artık Marksizmin bir kenara bırakılması gerektiği konusunda birleşiyor. Bugünü anlamaya çalışmak bu bakımdan hayati bir önem taşıyor. Kongre, bir yandan değişimi ele alırken, bir yandan da kapitalizmin ve emperyalizmin sürekliliğini vurguladı. Kongre içerik bakımından yüksek bir düzey sergiledi. Marksist yöntemin sağlam tarzda uygulandığı bir dizi bildiri ve panel gerçekleştirildi. Bilimsel bir kongrede bazı önemli sanat yapıtlarının (tiyatro oyunları ve belgeseller) yer alması da olumlu bir nokta idi.
Bir bütün olarak bakıldığında, organizasyonuyla, bilimsel kalitesiyle, yüksek katılımıyla, yoldaşça atmosferiyle, birçok oturumda doruğa çıkan heyecanıyla, Karaburun Bilim Kongresi, Marksizmin Türkiye topraklarında yeniden yükselmeye başladığının açık bir göstergesiydi. Bilindiği gibi, 1980’li ve 90’lı yıllarda düşünce dünyasında Marksizmin yerini yukarıda sayılan “yenilikçi” düşünce akımları doldurmaya başlamıştı. Ama Latin Amerika başta olmak üzere dünyada sınıf mücadelelerinde önemli bir sıçramanın yaşanması, 2007 ortasından bu yana ise Türkiye işçi sınıfında bir kıpırdanmanın ortaya çıkması sonucunda Marksizm yeniden sesini yükseltiyor, bir özgüven kazanıyor. Bunun çeşitli başka göstergeleri de olmakla birlikte, yalnızca bu tür büyük toplantı ve sempozyumların hatırlatılması bile bize Marksizmin canlanışı konusunda fikir verebilir. Karaburun Bilim Kongresi kendisi üçüncü kez toplanıyor. Öte yandan, 2007’de Das Kapital’in birinci cildinin yayınlanmasının 140. yılı vesilesiyle İstanbul’da Petrol-İş sendikası salonunda yüzlerce insanın katıldığı bir sempozyum yapıldı. 2008’de ise önce Komünist Manifesto’nun yayınlanmasının 160. yıldönümü vesilesiyle Ankara’da, sonra da yaklaşan ekonomik kriz ve bunun karşısında solun benimsemesi gereken tavır konusunda İstanbul’da olmak üzere iki ayrı sempozyum toplandı. Karaburun işte bu tür bir yükselişin önemli bir merhalesi oldu.
Fildişi kuleleri sevmeyen aydınlar
Varolan sömürü ve baskı düzenine karşı olan bilim insanlarının ve genel olarak aydınların fildişi kulelere kapanmaları son derecede yanlış bir tavır. Bunun tek nedeni var olan düzene eleştirel bakan insanların, hayatın neresinde olurlarsa olsunlar düzenle mücadele etmesinin bir görev olması değil. Aynı zamanda, pratikten bütünüyle kopuk bir teorinin yolunu şaşırması neredeyse kaçınılmaz. Kongre düzenleyicileri bunun gayet iyi farkındaydılar. Bunun için, her yıl olduğu gibi bu yıl da sokağın sesini kongreye taşımışlardı. Kongrenin sadece en heyecanlandırıcı değil, en öğretici oturumu da halen devam etmekte olan bazı işçi mücadelelerinden (9 Eylül Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Yörsan ve Tuzla tersaneler) temsilcilerin kendi mücadelelerini anlattıkları oturumdu. O oturumda anlatılanlar sosyalistler ve düzene eleştirel bakan akademisyenler için bir laboratuvardı. “Bugünü anlamak” teması bağlamında, son dönemde her şeyin değişmiş olduğunu söyleyen teorilere gerçek dünyadan gelen bir tekzipti. Anlatılanlar, Marksizmin sınıf mücadelesi konusunda söylediklerinin ve devletin sınıf karakterine ilişkin teorisinin yaşayan örnekleriydi.
Elbette böyle bir bilim kongresi işçi sınıfının mücadelesine ve sosyalist harekete doğrudan bir katkıda bulunamaz. Bu kongrenin konusu hareketin örgütlenmesi değildi, o örgütlenme ve mücadelenin arka planını ve temellerini bilimsel bir yöntemle araştırmaktı. Yine de kapanış oturumunun en azından sol aydınlar açısından mücadelede görevlerin ne olduğu temasına ayrılmış olması bile, kongre düzenleyicilerinin teori-pratik birliğinin bu boyutunu da ihmal etmediklerini ortaya koyuyor.
Bir bilim ve teori kongresi pratik harekete ancak dolaylı biçimde katkıda bulunabilir. Marksizmin yükselişi, başlangıçta salt teorik planda olsa bile, işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelelerine mutlaka önemli bir katkı yapacaktır. Çünkü Marksizm işçi ve ezilenlerin en genel ve uzun dönemli çıkarlarını tutarlı olarak savunabilecek tek teori ve programdır. Yükselişi, mutlaka mücadelelerin yükselişiyle ilişki içinde olacaktır.