Kılıçdaroğlu’nun Dolmabahçesi
Kemal Kılıçdaroğlu, ABD Büyükelçisi Frank Ricciardone ile Ankara Sheraton Oteli’nde baş başa bir görüşme yaparak ve bu konuda hiçbir açıklama yapmayarak, CHP’nin ABD emperyalizmine Türkiye halkından daha yakın olduğunu kanıtladı. ABD büyükelçisi ABD devleti demektir. Kılıçdaroğlu ABD devleti ile görüştü ve bunu kendi halkından sakladı! Kime daha yakın, siz karar verin.
Kılıçdaroğlu bu yüz kızartıcı görüşmeyi sadece halktan değil aynı zamanda kendi partisinden de saklamaya çalıştı. Buluşmadan 36 saat sonra, neredeyse bütün ayrıntılar basına sızmış olduğu halde, Kılıçdaroğlu hâlâ bir açıklama yapmış değil. Zaten bu aşamadan sonra inandırıcı bir açıklama yapması da mümkün Görüşme neden CHP Genel Merkezi’nde değil de otelde? Neden görüşmede tek bir partili yok? Mesela kendisine yabancı dilde yardımcı olabilecek başkan yardımcısı Umut Oran veya dış ilişkiler konusunda CHP’nin sözcüsü konumunda olan Faruk Loğoğlu. Neden 36 saattir bir açıklama yok, görüşme hemen ertesi sabah (Perşembe sabahı) dahi basına sızmışken?
Bu görüşme, Türkiye siyasi tarihinin en tuhaf ve en sorunlu görüşmelerinden biri olan Dolmabahçe görüşmesinin Kılıçdaroğlu versiyonudur. Hatırlanacağı gibi, 2007’de o dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi olasılığı karşısında 28 Nisan’da genelkurmayın internet sitesinde bir muhtıra yayınlayarak hükümeti tehdit etmişti. Yaklaşık bir hafta sonra Tayyip Erdoğan Yaşar Büyükanıt’ı Dolmabahçe Sarayı içindeki başbakanlık çalışma ofisinde kabul etmişti. İkili baş başa görüşmüş, sonra da o toplantının sırlarını mezara götüreceklerini açıklamıştı. “Demokrasi” adıyla anılan bir rejimde bu bir skandal, bir utanç vesilesidir. AKP hükümetinin burjuvazinin iç savaşında o olaydan sonra adım adım üstünlük sağlamasında bu toplantının oynadığı rolü tarih henüz keşfedememiştir.
Kılıçdaroğlu’nun Ricciardone ile yaptığı baş başa görüşme Dolmabahçe’nin aynıdır. Hatta daha da kötü: Çünkü burada başka bir ülkenin, üstelik herhangi bir ülke değil, emperyalizmin liderliğini yürüten ülkenin temsilcisi ile baş başa gizli bir görüşme yapmıştır. Şimdi Kılıçdaroğlu amacını açıklasa bile, kim inanır ona? Halkına karşı emperyalizmin temsilcisi ile böylesine sır dolu bir işbirliğine girmiş biri şimdi durumu kurtarmak için “Türk kahvesinin sindirime faydasını konuştuk” dese halk neden inansın?
Bir de CHP Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Belediye Başkanlığı için aday adayı Gürsel Tekin’in açıklaması var ki olan bitenin üzerine tüy dikiyor. Tekin, “talep öyle geldiği için” görüşmenin baş başa yapıldığını söylüyor. Sanki Kılıçdaroğlu’nun Türkiye halkı ile ilişkisini ABD elçisinin talebi belirleyebilirmiş gibi! Sonra daha kötüsünü kaçırıyor ağzından: bu tür görüşmeler zaman zaman olurmuş. Özrü kabahatinden büyük! Demek ki zaman zaman oluyor, halktan gizliyorlar da bu sefer aksilik oldu, basına sızdı!
Kaçıncı tokat?
Görüşmenin son dönemde ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan gerilim ile ilgili olduğunu tahmin etmek elbette kehanet olmaz. Son dönemde en azından iki konu, füze ihalesinde bir Çin şirketinin tercih edilmesi ve Hakan Fidan meselesi, ilişkilerde ciddi pürüzler çıkarmıştır ortaya. Bunlardan füze ihalesi meselesi gerçekten yeni doğmuş sığırcığın gözünü açacak cinsten. Türkiye’de düzen partileri arasında emperyalizmin hizmetkârı olma konusundaki yarışta kimin baskın olduğu açık açık ortaya döküldü bu olayla.
AKP elbette İslami hareketin tarihinde, yüzünü emperyalizmle açık bir ittifaka çeviren parti olarak tarihe geçmiştir. Dış politikası ve askeri politikaları ABD ile uyumu amaçlamaktadır. Ama ulusal solcular bu hakikati söylemekle yetinmezler. Onlara göre Türkiye’nin başka güçleri, ordu, CHP ve diğerleri, emperyalizmin ihtiyaçlarına cevap vermediği için ABD AKP’yi iktidara hazırlamış, bin bir ayak oyununa başvurarak iktidara getirmiştir. Yani AKP emperyalizm taraftarıdır, karşıtları ise ulusalcı, millici, yurtsever vb.
Füze ihalesinde tercihin Çin yönünde yapılması karşısında ulusalcı kanadın önemli bir çoğunluğunun Türkiye’nin NATO’yla ilişkisini öne çıkarması, emperyalizmin çeşitli sözcüleriyle aynı tutumu takınması, bu ülkede emperyalizmin esas hizmetkârlarının kim olduğunu kim bilir kaçıncı kez çıplak biçimde ortaya koymuş olmaktadır. 2006’da Filistin’in Hamas örgütünün temsilcisi Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, 2009’da Erdoğan Davos’ta “one minute” çıkışını yaptığında, 2010 Mavi Marmara olayında, 2011’de yine Mavi Marmara ile ilgili büyük gerilimde, Türkiye Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Brezilya ile birlikte ABD’nin İran yaptırımlarını sıkılaştırma tasarısına onay vermekten kaçındığında, bütün bunların ışığında patlak veren “eksen kayması” tartışmasında, aynen bugün olduğu gibi, Batıcı-laik kampın ve ulusalcı güçlerin büyük çoğunluğu Batı ittifakının, ABD’nin, NATO’nun, hatta İsrail’in avukatı rolüne soyunmuştu. Aynen şimdi olduğu gibi.
Yıllardır AKP’nin bir ABD komplosunun ürünü olduğunu, Türkiye’de cumhuriyeti çökertmek için paketlendiğini, karşı tarafın ise emperyalizme karşı olduğunu söyleyenlere inananlar, artık uyansalar iyi ederler. AKP emperyalizm yanlısıdır, ama karşı taraf, özellikle de CHP daha da fazla öyledir!
CHP ile ittifak hayalleri kuran sosyalistlere bir uyarı daha
Nihayet, Kılıçdaroğlu’nun ABD devletiyle kurmuş olduğu bu yüz kızartıcı ilişki, solda CHP ile birlikte AKP’ye karşı “yüzde 40’lık ittifak”ı pişirip pişirip gündeme getirenlerin uyanması için yerel seçimlerden önce son uyarıdır. CHP’ye destek NATO politikasının kulvarı içinde muhalefettir. Sosyalist solun hiçbir çizgisi bunu ilericilik, AKP’den kurtulma, “cumhuriyetin kazanımlarını koruma” vb. kendilerine göre geçerli hangi gerekçe ile olursa olsun yapmamalıdır.
Bizim Kılıçdaroğlu’na cevabımız, işçi sınıfının en devrimci uluslararası geleneğinin, Bolşevizmin şiarı ile olacaktır: “Kahrolsun gizli diplomasi!” Hele emperyalizmin lideri ile yapıldığında!