Karagöz işçidir, tulum giyse yeridir

Perde kurduk, ışık yaktık

Gösterimiz gölge-hayal

Gerçeğin aynasıdır bu perde

Sanılmaya martaval!

Alla pulla, cilâla, parlat, sat!

Kültürel ürünleri allayıp pullayıp içini boşaltıp hızlı tüketime hazırlamak konusunda pek marifetlidir kapitalist üretim biçimi. Yeter ki halkın bildiği, sevdiği geleneksel bir tören, özel bir gün, ay yahut bunlarla özdeşleşmiş herhangi bir karakter ya da tip olsun. Hemen itina ile ele alınır, asıl özellikleri çarpıtılır. Seri üretime uygun hâle getirilip biraz da şirinleştirildi mi, çeşitli reklam bombardımanları aracılığıyla satışa hazır demektir. Artık istendiği şekilde çoğaltılabilir, en lüks mağazalardan kıyıda köşede kalmış dükkânlara kadar her vitrinde boy gösterebilir, alâkalı-alâkasız kopyalarıyla her an her yerde pazarlanıp tüketilebilir. Böylece alışveriş canlanır, ekonomi şahlanır, hele bir de dış pazarlarda da tanıtılırsa milli şuurumuz toparlanır ve de milli gururumuz okşanır(!)

Karagöz Oyunu ve Karagöz tiplemesi de bu “içini boşalt, cilâla, parlat ve herkese sat” furyasından nasibini almıştır maalesef. Banka reklamlarından sigorta reklamlarına, dondurma reklamlarından süpermarket bültenlerine kadar bin türlü mecrada alelade bir nesne gibi önümüze çıkarılmaktadır. Ramazan ayına özel televizyon programlarında olsun, internette dolaşan animasyonlarda olsun; cahil, çabuk sinirlenen, kurnaz, çıkarcı ama bir o kadar da sempatik bir tip gibi sergilenmektedir. Son tahlilde Karagöz, “delidir ne yapsa yeridir” deyip gülüp geçilecek bir hayali tipleme olarak zihinlere yerleştirilmek istenir, Ramazan sonunda da yerini başka “ticari nesnelere” bırakarak sahne arkasına çekilir.

Karagöz kimdir?

Peki, kimdir bu Karagöz? Başlı başına bir karakter midir? Yoksa genel hatlarıyla çizilmiş karikatürize bir tip midir? Neyi, kimi temsil eder? Hacivat kimdir ve neyi temsil eder?

İnternette herhangi bir arama motorunda “Karagöz” kelimesini aratırsanız karşınıza milyon tane sonuç çıkar. Bunların çoğu birbiriyle sözleşmiş gibi aynı hikâyeyi anlatır: “Karagöz ile Hacivat, Sultan Orhan (14. Yüzyıl) zamanında yaşamış, Bursa’da bir cami yapımında çalışmış işçilerdir. Aralarındaki nükteli konuşmalar diğer işçileri oyaladığı için caminin yapımı gecikmiş, bunu öğrenen Sultan da Karagöz ile Hacivat’ı öldürtmüştür. Bundan yüzyıllar sonra, Şeyh Küşteri adında biri, deriden yapılmış tasvirlerle Karagöz ile Hacivat’ı canlandırmış, gölge oyunu yöntemiyle şakalarını tekrarlamıştır.”

Yukarıdaki bilgilerin çoğu, farklı birçok kaynak tarafından da doğrulanmaktadır. Fakat dikkat edilmesi gereken şudur ki; örnekte de görüldüğü şekliyle, hemen her kaynakta Karagöz oyunu birtakım komiklikler, nükteli konuşmalar ve şakalardan ibaretmiş gibi anlatılmaktadır. Peki, bu nükteli konuşmalar, şakalar nereden doğmaktadır? “Efendim, Karagöz cahil olduğu için pek bilgili ve de görgülü Hacivat’ın sözlerini yanlış anlar, hazırcevaplığıyla bunlara verdiği uydurma karşılıklar da seyirciyi güldürür.” Soruyu böyle cevaplayanlar çoğunluktadır.

Aslında,  yine doğru bir tespit vardır. Ama yetersizdir. Sadece görüneni açıklamaktadır. Fakat yalnızca görünene bakmak aldatıcı olur. Doğru soruları sormak gerekir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Karagöz’ün çoğunlukla işsiz, hep gündelik işlerde çalışan, yarı aç yarı tok, yoksulluk çeken bir tip olduğu doğrudur. Fakat Hacivat’ın da işçi olduğu iddiası yüzeyseldir. Farklı mecralarda yayınlanan yüzlerce örneği bulunmakla beraber, Karagöz oyununun klâsik dağarcığı yirmi sekiz tanedir. Karagöz’ün gerçekte nasıl bir tip olduğunu anlayabilmek için en iyi yol, bunlardan bazı örneklere bakmaktır.

Cahil mi, kurnaz mı?

Hacivat her oyunun girişinde Karagöz’e seslenir “Yar bana bir eğlence medet” diye. Gazeller, şiirler okuyan, babadan varlıklı, iyi tahsil görmüş, kimi zaman mirasyedi biri olarak karşımıza çıkan, “Çelebi” diye tabir edilen toplumsal katmana mensup bir tiptir. Karagöz’ün dostluğunu, muhabbetini sever. Karagöz ise, Hacivat’ı sevmekle beraber, sürekli geçim sıkıntısı çektiği için, yanlış anlamaların da etkisiyle Hacivat’a kızar. “Ne yer, ne içerim bilmezsin, halimi hatırımı sormazsın, bir de kapımda ‘Yar bana pancar’ diye bağırıp durursun” diyerek çıkışır.

Bir oyunda Hacivat, kış günü soğuktan titreyen Karagöz’e eski paltosunu verip kendisine de kürklü bir palto diktireceğini söyler. Bir başka oyunda Hacivat; “Karagözüm seni iyi gördüm, şişmanlamışsın” der. Karagöz; “Her akşam birkaç iftara, her gece birkaç sahura gidip bir ayda yirmi iki kilo şişmanlıyorum. Ramazan sonrası da, parasızlıktan on bir ay sadece akşam yemekleriyle idare ettiğim için ayda iki kilo zayıflayıp gelecek Ramazan’a kadar idare ediyorum” diye cevap verir.

Evet, Karagöz cahil, yoksul, kimi zaman kaba-saba, kurnaz ve çıkarcı görünen bir tiptir. Ama bunun sebebi içine doğduğu maddi yaşam koşullarıdır. Saydığımız bu özellikleri sınıfsal konumundan ayrı düşünülemez. Anadolu’da yaşayan, ağır vergilerle beli bükülmüş, kapitalizm-öncesi üretim ilişkileri sonucu yoksul ve cahil bırakılmış, hep gündelik işlere mahkûm edilmiş binlerce köylüyü, göçebeyi, işçiyi, yoksulu temsil eder. Belki de, modern edebiyatla birlikte ortaya çıkan anti-kahraman (kahraman olmayan kahraman) figürünün bizdeki ilk örneğidir.

İşçilerin anti-kahramanı

Karagöz’ün cahilliği, yaşadığı dönemin egemenlerinin sınıfsal tahakkümünden kaynaklıdır. Bugün internet çağında yaşadığımız söylenirken, herkesin istediği bilgiye kolayca ulaşabileceği teranesi bizi sadece görünene ulaştırıyor. Kültür-sanat ürünleri de egemenlerin istediği şekliyle, sınıfsal arka planı perdelenerek bulanıklaştırılıyor. Görevimiz, bu perdeyi yırtıp ortadan kaldırmaktır. Zira Karagöz oyununun gölge-hayal perdesi, en başta da belirtildiği üzere martaval değil gerçektir. Görevimiz, oradan yansıyanlarla yetinmeyip ardındakini de anlatmaktır.

Karagöz, işçi sınıfının, yoksulların anti-kahramanıdır!

 

Perde kurduk, ışık yaktık, başlayan bir gazeldir

Hüner değilse de dünyaya gelmek

Ne de güzeldir

Marifet oynayan kim oynatan kim bilmededir

Gölgede solmadan açmayı becerebilmededir

Ne kadar sürç-ü lisan ettiysek aşk ola!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2015 tarihli 69. sayısında yayınlanmıştır.