İtalya’da hükümet krizi
Gerçek gazetesinin dikkatli okurlarının hatırlayacağı üzere, İtalya’da Mart ayının başında gerçekleşen seçimler sürpriz sonuçlar yaratmış, yaşanan sarsıntıyı Gerçek gazetesi “İtalya’da ikinci cumhuriyetin sonu” diye duyurmuştu. Seçimden birinci sırada çıkan parti, kısa bir geçmişe sahip olan ve bu zamana kadar siyasi hattını milliyetçi sağ bir çizgide sürdüren Beş Yıldız Hareketi olmuş, eski başbakanlardan Berlusconi ve iki ön-faşist partinin kurduğu seçim ittifakı ise toplamda en yüksek oyu alan ittifak olmuştu. Ne Berlusconi etrafındaki ittifakın ne de Beş Yıldız’ın tek başına hükümet kurabilecek durumda olması, seçimler öncesinde hemen her partinin koalisyon ihtimallerine kapıyı kapatmasıyla birleşince, İtalya kendisini bir hükümet kriziyle karşı karşıya bulmuştu.
Çeşitli koalisyon pazarlıkları üç ay boyunca İtalya’da hükümet kurulamamasına yol açarken, hükümet beklentilerinin temel ekseni de Beş Yıldız Hareketi ile, seçime Berlusconi ile birlikte giren, fakat oyları tarihte ilk kez Berlusconi’nin partisini geçince eski müttefiklerine sırt çevirip tek başına koalisyon görüşmelerine başlayan ön-faşist Lega (Birlik) partisinin kuracağı bir koalisyon hükümetine yönelmişti. Ne Lega lideri Matteo Salvini’nin ne de Beş Yıldız lideri Luigi di Maio’nun diğer tarafa başbakanlığı bırakmaya hazır olması pazarlıkları zorlaştırsa da, iki liderin de başbakanlıktan feragat edeceği bir plan üzerinde en sonunda mutabık kalındı.
Beş Yıldız’a yakın duran ve siyaset geçmişi bulunmayan bir üniversite hocası olan Giuseppe Conte’nin kuracağı hükümet ile kriz çözülecek diye beklenirken, emperyalist AB’yi koruma hassasiyetinde kraldan daha kralcı (ya da İtalyanların tabiriyle Papadan daha Katolik!) davranan Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella’nın müdahalesi ile bir anda kriz ortamına geri dönüldü. Ekonomi Bakanlığı görevini üstlenecek olan Paolo Savona’nın, Avrupa Birliği ve Avro karşıtı görüşlerini kabul edilmez bulan Mattarella, veto yetkisini kullanarak, teknokrat bir hükümet atadı. Son gelinen noktada, Beş Yıldız-Lega hükümetinin değiştirilmiş bir bakanlar listesini cumhurbaşkanına sunmasıyla kriz çözülmüş görünüyor.
Ne var ki, İtalya’da hükümet krizi sona ulaşırken, sarsıntıları tüm Avrupa’yı vurabilecek daha büyük krizlerin de kapısının aralandığını belirtelim. Öncelikle, kapıdan kovulan Savona, bacadan kabineye girmiş durumda. Avro karşıtı bir bakanın daha doğrudan etkisinin olabileceği Ekonomi Bakanlığı elinden alınsa da, kritik bir etkide bulunabileceği Avrupa Birliği Bakanı olarak, aynı Savona yeni kabinede de yer alıyor. Dahası Savona ne kabinedeki tek AB karşıtı, ne de AB karşıtlığı sadece hükümetteki siyasetçiler ile sınırlı. Çeşitli anketler İtalyan halkı içerisinde AB’ye “şüpheyle yaklaşanların” oranının gitgide arttığını belirtirken, sömürge valisi-vari açıklamalar yapmaktan çekinmeyen Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in, İtalya’daki ekonomik krizin çözülmesi için İtalyanların “daha çok çalışıp daha az yolsuzluğa bulaşması” gerektiği gibi küçümseyici lafları da bu damarın güçleneceğine, AB-İtalya arasında krizler ve patlamalarla dolu yılların bizi beklediğine işaret ediyor. 2011’de, Avrupa borç krizinin doruğundayken, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in neredeyse açıktan müdahale ile Berlusconi’nin yerine Mario Monti başkanlığında bir teknokratlar hükümeti kurdurttuğu gerçeği henüz İtalyan halkının unutmadığı acı bir anı.
Yeni hükümet içinde AB ve avroya karşı güçlü bir tepki olması uluslararası finans sermayesinin İtalya’ya güvenini sarsıyor. Hükümet kurulmadığı zaman ise İtalyan siyasi sistemine ve ekonomisine güven sarsılıyor. Sonuçta İtalya ciddi bir ekonomik kriz tehlikesiyle karşı karşıya. Dış borcu 2,4 trilyon dolar olan, dış borç/GSYH oranı Yunanistan’dan sonra en kötü durumda olan, yıllardır büyüme yoksulu bir ülkeden söz ediyoruz. Ama aynı ülke, AB içinde üçüncü, dünyada sekizinci en büyük ekonomiye sahip. Kısacası, İtalya’da sarsıntılar yaşandıkça, hem Avrupa’nın hem de dünyanın ekonomisi bundan çok çekecek.
Dahası yaşanan siyasi kriz yalnızca Avrupa Birliği ve ekonomik zorluk ile sınırlı kalacak gibi de değil. Ön-faşist Lega’nın lideri Salvini, yeni hükümette İçişleri Bakanlığı’nı üstlenmiş, yani polis aygıtını kontrolüne almış durumda. İtalya’ya dair önceki yazıda daha ayrıntılı biçimde açıklandığı üzere, seçimlere giden dönem faşist örgütlerin silahlı ve örgütlü saldırılarına sahne olmuş, polisin tavrı da beklenebileceği üzere bu saldırıları görmezden gelmek ile zımni destek vermek arasında gidip gelmişti. Salvini’nin bakanlığı alması, önümüzdeki dönemde faşist örgütlerin hem devrimcilere hem de göçmenlere yönelik saldırılarının önünün iyiden iyiye açılması ve hatta çok daha somut bir işbirliği ihtimalini de gündeme getiriyor. Salvini’nin vaatleri arasında göçmen belgesi olmayan beş yüz bin kişinin ülkeden atılmasının bulunması ve bakanlık görevini üstlendikten sonra sözünün arkasında olduğunu tekrarlaması, büyük bir taarruza başlamasının an meselesini olduğunu düşündürüyor.
İtalya, ön-faşizmin ve milliyetçi sağın yükselişinde örnek olacak bir ülke haline geliyor. İtalyan siyasetinin yıllardır içinde debelendiği bu krizi çözebilecek olansa, göçmen kardeşlerini de yanına alarak siyaset masasına yumruğu vurması gereken İtalyan işçi sınıfıdır.