Erdoğan Türkiye’yi generallerle mi yönetecek?
TBMM’de yapılan 23 Nisan özel oturumu büyük tartışmalara sahne oldu. Muhalefet AKP ve MHP’ye tek adam rejimi eleştirisiyle yüklendi. CHP, OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz’u sivil darbe olarak niteleyen görüşünü tekrar ifade etti. 15 Temmuz’da kimin nerede saklandığı tartışması gerilimin tırmanmasına neden oldu. CHP’nin 15 milletvekili vermesiyle oluşan İyi Parti grubu adına Nuri Okutan kürsüye çıktığında ise önce MHP lideri Bahçeli, ardından da AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olan Erdoğan tepkiyle meclisi terk etti.
Dün mecliste yaşananların en önemli ve çarpıcı olanı ise bunlardan hiçbiri değildi. En önemli olan, düzen medyasının üzerinde durmaktan kaçındığı, yandaş basının üstünü kapatmaya çalıştığı ve üzerinde en çok düşünülmesi gereken olay, Erdoğan’ın meclisi terk etmesiyle birlikte Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın da meclisi terk etmesiydi. Bu tavır meclise yapılan saygısızlığı gösterdiği kadar, askerlerin boylu boyunca siyasetin içinde olduğunu da gösterdi.
Kimse generallerin bu tavrını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkomutan sıfatına bağlayamaz. Çünkü Anayasa’nın 104. Maddesine göre Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil” eder. Anayasa’nın 117. maddesi ise bu durumun altını kalın çizgilerle şu ifadeyle çekmektedir: “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz…”
Erdoğan, 16 Nisan’da “atı alıp Üsküdar’a geçerek” yetkilerini elinden aldığı meclisi, 23 Nisan özel oturumu sırasında terk ederek millet iradesini ayaklar altına almıştır. Millet iradesi sadece Erdoğan’ın ayakkabıları altında değil onunla beraber meclisi terk eden generallerin postalları altında da çiğnenmiştir. Erdoğan’ın “askeri vesayet” aleyhinde söylediği tüm sözlerin yalnızca kendi hareketinin siyasi çıkarlarına hizmet için söylenmiş olduğu, hiçbir ilkesel temeli olmadığı ortaya çıkmıştır.
Generaller bu devletin birer memurudur. Hiçbir siyasi gelişmeye karşı aleni, kamusal tepki göstermeye yetkileri yoktur. Bir resmi törenin, hele hele tam da Meclis’in 98 yıl önce kurulması vesilesiyle ilan edilmiş “Milli Egemenlik” bayramının orta yerinde meclisi terk ederek bu egemenliği ayaklar altına almışlardır. Generaller, sadece Cumhurbaşkanı değil AKP Genel Başkanı daolan Erdoğan’ın peşinden meclisi terk ederek öteki partilere karşı onun yanında yer almış olmaktadır. Generaller muhalefete ayaklarıyla muhtıra vermişlerdir.
Daha vahim sorular gündeme gelmektedir. Erdoğan Türkiye’yi askerlerle mi yönetecektir? “Askeri vesayeti kaldırıyoruz” örtüsü altında Türkiye bir yarı askeri rejime mi sürüklenecektir? Daha somut soralım: Erdoğan neden Cumhurbaşkanı yardımcılarını açıklamaktan ısrarla imtina etmektedir? Kendi tercihidir. Bu adaylardan biri Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar olabilir mi? 15 Temmuz’un karanlıkta kalan köşelerinin aydınlanmasında birinci derecede rol oynayabilecek olan Hulusi Akar neden yazılı bir ifade dışında mahkemeye çıkartılmamış, hiçbir şekilde sorgulanmamıştır? Hulusi Akar, Yenikapı mitinginden başlayarak siyasete adım atan Hulusi Akar, Bahçeli’nin başkanlık sistemi çıkışının ardından (yanında MİT müsteşarı olmak üzere) İslamcı yazar Nuri Pakdil’i ziyaret ederek, Erdoğan’ın yurtdışı gezilerinde ona eşlik ederek ve nihayet Hatay’da yaylalar eşliğinde selfiler çektirerek “ne yapmak ve nereye varmak” istemiştir? Erdoğan’ın bu tür bir niyeti varsa ve bunu açıklarsa Türkiye’yi generallerin yönetmesini asla istemeyecek olan milyonların oyunu kaybedecektir. Bunu bildiği için mi olası Cumhurbaşkanı yardımcılarını açıklamamaktadır? Seçim tarihi biraz da bunun için mi komuta heyetinin belirleneceği YAŞ sürecinin öncesine çekilmiştir?
Bu sorular bir dönüm noktasında olan Türkiye’de halkın haklı ve mutlaka cevaplanması gereken sorularıdır. Erdoğan, 23 Nisan’da yaşanan bu vahim olaylar ertesinde Cumhurbaşkanı yardımcısının kim olacağını açıklamayacaksa da “kim olmayacağını” açıklamak zorundadır. Hulusi Akar ya da başka bir generali Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bakan vb. yapmayacağını açıklamalıdır. Aksi takdirde ayakkabı ve postallarıyla beraberce Meclis’in egemenliğini çiğneyenlerin tavrı bir protestonun ötesinde Türkiye’yi bekleyen yarı-askeri bir diktatörlüğün ilk işareti olarak kayıtlara geçecektir.