Kamu emekçilerinin Kavel’i birleşik mücadele ile yaratılabilir
Geçen ay köşe yazımızda belirttiğimiz öngörümüz ne yazık ki doğrulandı. Hükümetle yetkili konfederasyon Memur-Sen arasındaki toplu sözleşme pazarlığı mizansene dönüştü. Aldım-verdim oyunu, Hakem Kurulu’na gitti. Hakem Kurulu’nun memurlara, hükümetin sunduğu sefalet oranlarının aynısını “uygun görmesiyle” mizansenin son perdesi oynanmış ve tiyatro bitmiş oldu. Kendilerinin yazıp oynadığı tiyatro bitti ancak memurlar için yoksulluğun gerçekleri başlamış oldu.
Her şeyden önce imzalanan bu toplu sözleşme gayrimeşrudur. Boş bir kâğıt parçası hükmündedir. Memurların sözleşme masasında temsiliyetini kısıtlayan, Hakem Kurulu’nun bileşiminin hükümet (patron) lehine oluşturulduğu ve en önemlisi grev hakkının tanınmadığı bir sözleşme nasıl meşru kabul edilebilir?
Yapılması gereken konfederasyonların, bağımsız sendikaların, meslek örgütlerinin acilen bir araya gelip toplu sözleşme taleplerini belirlemek ve ortak bir eylem planı üzerinde anlaşmak olmalıdır.
Sağlık alanında geçtiğimiz günlerde böyle bir adım atıldı. TTB sorumluluk alıp SABİM’i ve sağlık alanındaki diğer örgütleri bir eylem planı oluşturmak üzere davet etti, davet büyük oranda karşılığını buldu. TTB gibi bir doktor meslek örgütünün, sağlık alanındaki tüm emekçilerin haklarını gözetecek eylemlerin öncülüğünü yapıyor olması ayrıca üzerinde durulması gereken olumlu bir nokta.
Sağlık alanı çok çeşitli (yüzden fazla) meslek grubunu barındıran bir iş kolu. Bu çok parçalı yapısı, düşük örgütlülük düzeyi ile birleştiğinde dezavantaja dönüşüyor. Uzun vadeli çıkarlar yerine giderek kısa vadeli dar mesleki çıkarlar ön plana çıkıyor, bu da topluca eylem örgütlenmesi önünde ciddi engeller oluşturuyor. Bu dinamiği tersine çevirebilecek her adım değerli.
Son imzalanan toplu sözleşmede ise kazanan bir meslek grubu yok. Doktoru da taşeron kamu işçisi de kaybeden. Ama mesele kayıpta ortaklık değil. Dar mesleki çıkar anlayışı ile kazanımda ortaklık elde edilemiyor. Bu anlayış hâkim oldukça hiçbir zaman da kalıcı bir kazanım elde edilemeyecek. Çünkü emekçiler çok parçalı ve görece örgütsüz (atomize) iken patron tarafı (veya hükümet) yekpare hareket etmekte.
İki örnek verelim. İlki kamu alanından. 2000’lerin başından itibaren sağlıkta taşeron çalıştırma almış başını gitmişti. Taşeron, sendikalaşma hakkından yoksun, güvencesiz bir çalışma usulüydü. Zaten doğuş gerekçesi buydu. 90’larda memurlar sendikalaşma haklarını almış (SES/KESK kurulmuş) ve militan mücadeleler veriyordu. İşte taşeron, bu hareketin kamuda önünü kesmek için icat edilmişti. 2010’larda verilen ciddi mücadele sonucu sendikal haklarını aldılar ancak bu sefer de yine örgütlenmeyi (Dev Sağlık-İş) baltalamak için memur olmayan kamu kadrosu yaratılıp hareket sönümlendirildi.
Diğer örnek ise özelden. Maltepe Üniversitesi Hastanesi işçileri 2014’te Dev Sağlık-İş’te örgütlenmiş ve greve çıkmışlardı. Greve neredeyse tam katılım olmasına rağmen özel hastane patronlarının aralarında dayanışması ile grev kırılmış oldu.
Yukarıdaki örnekler patronların sınıf işbirliği içinde nasıl kararlı ve tek vücut davrandığının göstergeleri. Aynı zamanda tek bir meslek grubunun patronlara karşı kısa vadeli kazanımlar elde etse dahi nihai ve uzun erimli kazanımlar alamadığının da bir kanıtı. İşçiler ezildiğinde yalnızca işçilerin, doktorlar ezildiğinde yalnızca doktorların mücadele etmesi yerine topyekûn sağlık emekçilerinin mücadeleye katıldığını düşünün bir de. Sonucun farklı olacağı ya da olabileceği açık değil mi?
12 Eylül sonrası dönemde kamu emekçilerinin mücadelesinin doruğu sendikalaşma hakkı için yapılan eylemlerdi. “Memur sendikalı mı olurmuş” diye işe başlayan devlet, taviz vermek zorunda kaldı. KESK’i, fiilî-meşru mücadeleler sonunda kamu emekçileri 1995’te kurdu. Bu kazanım kamu alanında hâlâ geçilememiş bir doruk noktasıdır. Ancak bugün yeni doruklara tırmanmak şarttır. Bugünün doruğu grevli toplu sözleşme hakkının kazanılmasıdır. Ve bu hak Türkiye işçi sınıfı tarihinde nasıl Kavel işçileri tarafından yasaklıyken yasağı delip grev yaparak kazanıldıysa, kamu emekçileri için de tarih benzer akacaktır. Grev hakkı, “kamunun Kavel’i” yaratılarak, yasaklı olmasına rağmen grev yapılarak kazanılacaktır.
Ancak elbette ki doruklara tırmanmak zordur, çetindir. Hiçbir zayıflığın olmaması gerekir. Her türlü teçhizatın alınması, tam tekmil olunması şarttır. Yani ne tek bir doktor ne de tek bir sağlık işçisini dışarıda bırakacak lüksümüz var. Önümüzdeki süreç teçhizatı tamamlayacağımız, yani ayrı mesleklerden emekçilerin aynı mücadeleyi vermeyi deneyimleyeceği bir süreç olacak. Doruğa (grev hakkını kazanmaya) belki daha çok var. Ancak geç olsun, güç olmasın.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2023 tarihli 168. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.