Yeni anayasaya kimin ihtiyacı var? (09-09-2010)

"Boykot" diyenlerin hepsi değil ama önemli bir bölümü de, aynı gerekçeyle halkı sandıktan uzak durmaya çağırıyor. Türkiye'nin 12 Eylül mirası anayasasının baştan aşağı değiştirilmesi gerekir deniyor; oysa bugün tartışılan değişiklikler esas olarak AKP'nin işine yarayan bir takım hükümlerden oluşuyor. Dolayısıyla, yeni bir anayasa için bugünkü referandumu boykot edelim. (Biz de boykot diyoruz, ama gerekçemiz farklı.)

Buraya kadar diyelim sorun taktik bir ayrılıktır. Ama işin asıl ilginci, "hayır" diyenlerin çoğunluğu da kendi tavırlarını, yeni bir anayasanın gerekli olduğunu, bugünkü paketin yeni anayasa ihtiyacını olsa olsa gözlerden gizleyeceğini belirterek gerekçelendiriyorlar.

"Evet", "hayır", "boykot" yeni bir anayasa ihtiyacında birleşiyor. Solu, işçi hareketini (örneğin DİSK'i, KESK'i, Türk-İş'in 12 sendikasını, onlarla birlikte örneğin TMMOB'yi) ve Kürt hareketini bu kadar çok birleştiren başka bir konu biliyor musunuz?

Çoğunluğun bir fikrin etrafında bu kadar kesin biçimde toplanması, yine de o fikrin doğru olduğunu göstermez. Biz bu görüşün yanlış olduğunu ifade etmek istiyoruz. Yoldaşlar, gelin bu konuyu bir kez daha tartışalım.

TÜSİAD da...

Bir başka ironiye işaret ederek devam edelim tartışmamıza. Sol, işçi hareketi ve Kürt hareketi yeni anayasanın bugün acil bir ihtiyaç olduğunu bu kadar kuvvetli biçimde söylerken, bir başka ses de kendi köşesinden onlarla aynı doğrultuda ve aynı ısrarla yeni  anayasa istiyor: TÜSİAD. Bunun dahi bizim cenahta bir soru işareti doğurması gerektiği kanaatindeyim. Yanlış anlaşılmasın, bazı durumlarda çok somut siyasi konular söz konusu olduğunda böyle tuhaflıklar olabilir. Örneğin bizim taraf yıllarca mücadele etmiştir, TÜSİAD da mücadelenin bir yerden sonra mesela devrime doğru bir kabarma gösterebileceğini sezmiştir, dolayısıyla bizim taleplerimizin bir bölümünü o da savunmaya başlar. Böyle bir durum var mı? Kürt sorununda belki. Orada kesin bir korku var. Ama onun dışında? Elbette yok. O zaman yine soralım: Neden bu örtüşme? (Kürt sorununa birazdan döneceğiz.)

Meseleye TÜSİAD açısından bakarsak durumu soğukkanlı biçimde saptamalıyız. TÜSİAD yeni bir anayasayı iki nedenle istiyor. Birincisi, AB'ye uyum. Solda ve işçi hareketinde birçok dostumuzdan farklı olarak TÜSİAD AB'nin (dikkat tekil AB üyesi ülkelerden söz etmiyoruz!) işçi hakları konusunda Türkiye üzerinde çok büyük bir basınç yaratacak bir yapıya da niyete de sahip olmadığını bildiği için, bu yönelişte beis görmüyor.

Ama TÜSİAD'ın yeni bir anayasa istemesinin bir ikinci nedeni var. Türkiye tekelci burjuvazisinin neoliberal stratejisi (piyasacılık, özelleştirme, esneklik ve yalın üretim, sosyal hizmetlerin tırpanlanması vb.) bugünkü anayasanın hükümlerine bile sığmıyor. Bu söylenene tepki duyacaklara cümledeki "bile" kelimesini tekrar hatırlatalım. Evet, 12 Eylül anayasasının, sadece anayasasının değil kurulan bütün hukuki-siyasi düzenin özü, belirleyici boyutu işçi sınıfının boyunduruk altına alınması, sermayenin özgürleştirilmesidir, ama o anayasa dahi bugün neoliberalizme yetmiyor.

Bunun ardında iki faktör var. Birincisi, 1982 Anayasası neoliberalizmin yalnız Türkiye'de değil dünya çapında emekleme çağını yaşadığı bir anda yapılmıştı. Unutmayın, neoliberalizmin kurucu anası Bayan Thatcher 1979'da, kurucu atası Reagan ise 1981'de iktidara geçti. Bugün gelinen noktada yapılmak istenen işlerin bazılarını o zaman kimsenin hayal etmesi mümkün değildi. Mesela özel istihdam büroları ve kiralık işçi meselesi. Bunu o gün bir kapitaliste anlatsanız, projenizi ağzı sulanarak dinler, ama sizi ütopyacılıkla suçlardı.

İkinci faktör ise bütün ülkelerde bütün zamanlar için geçerli. Hiçbir anayasa boşlukta yapılmaz. En başta o ülkenin anayasal geleneğinin gölgesi yeni anayasanın yapımının üzerine mutlaka düşer. Kurucu otorite eski anayasa ile hesaplaşarak onun kendine uymayan yanlarını tasfiye eder, ama zaman zaman ona taviz bile vererek. Bütün bunlar, temizliğin, ayıklamanın, tırpanlamanın hiçbir zaman yeterince radikal olmamasına yol açar.

Somut konuşalım

İşte bu iki nedenle 1982 Anayasası bile Türkiye burjuvazisine dar gelmektedir. Örnek mi? Şimdiki değişiklik paketinden verelim. 1982 Anayasası'nın 125. maddesi, Danıştay'a idarenin kararlarının "yerindeliği" temelinde de karar verme yetkisini veriyordu. Şimdi AKP bunu ortadan kaldırıyor. Neden? Çünkü Danıştay'ın bu yetkisi, en başta Tüpraş özelleştirmesi olmak üzere, birçok özelleştirmede burjuvazinin planlarının önünde bir engel olarak yükselmiştir. Yeni düzenleme, kamu mallarına ucuzca el koyan kapitalistlerin daha az üzülmesine yol açacaktır.

Bu, Türkiye'nin anayasal geleneği (yani yukarıda sözü edilen ikinci faktör) ile ilgili bir kalıntı. Neoliberalizmin gelişmesinin getirdiği yeni ihtiyaçlara da bu anayasa paketinden bir örnek verelim. "Sosyal diyalog" 1980'li ve 90'lı yılların bir ürünüdür. Sınıf mücadelesini uyuşturmak için özel olarak AB içinde geliştirilmiş bir teknikler bütünüdür. Bunun işyerleri vb. düzeyindeki araçlarının dışında bir de ülke çapında Ekonomik ve Sosyal Konsey adı altında işveren ve işçi örgütlerini devletle buluşturan bir mekanizması vardır. İşte son değişikliklerde TOBB'un talebiyle bu kurumun anayasal bir kurum haline getirilmesi gündeme gelmiştir.

Bir de eğlenceli bir örnek vererek bitirelim. "Yetmez ama evet"çiler, AKP paketinde yurtdışına çıkışın yasaklanmasını mahkeme kararına bağlayan hükmü paketin demokratikliğinin bir kanıtı olarak sunuyorlar. Eskiden solculara çıkış engeli bir silah olarak kullanılırdı ya. Ama başbakan ile TÜSİAD ve TOBB arasındaki kapışmada ortaya çıktı ki, bu değişiklik, vergi borcu olan iş sahiplerinin yurtdışına çıkışının engellenmesinin zorlaştırılması için sermaye tarafından özel olarak talep edilmiş! İnsan komik duruma düşmemek için biraz daha dikkatli olmalı!

Özeleştiri

Biz bir süredir, tekelci sermayenin 1982 Anayasası'nın yerine yeni bir anayasa yönündeki çabalarına dikkat çekerek solu, işçi hareketini ve Kürt hareketini uyarmaya çalışıyoruz. Yalnız bu çaba esnasında ciddi bir yanlış yaptığımızı bu yazı vesilesiyle teslim etmemiz gerekiyor. Bir defasında BirGün'de olmak üzere birkaç yazımızda, TÜSİAD'ın talep ettiği bu yeni anayasaya son dönemde dürüst biçimde "ekonomik anayasa" adını koymuş olduğunu belirttik. Bu yanlış. Aman sakın zannetmeyin ki, sermaye "ekonomik anayasa" talep etmiyor da biz uydurduk. Sadece bu ismi kullanan TÜSİAD değil. Sınıf düşmanımız hakkında bile asılsız iddiada bulunmayalım. "Ekonomik anayasa" terimi, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Tuğrul Kutadgobilik'e ait. Hani, 1982 Anayasası ve yeni çalışma yasaları kabul edildiğinde, "bugüne kadar işçiler güldü, bundan sonra gülme sırası bizde" diyen Halit Narin'in başkanı olduğu örgüt.

Aslında bu daha da anlamlı. Bakın o örgüt dün kabul edildiğinde 1982 Anayasası'nı kutluyordu. Bugün 2010'da yerine yeni bir anayasa istiyor. Durumun mükemmel bir özeti!

Bizim acil ihtiyacımız mücadele!

Bütün bunlardan sonra şapkayı önümüze koyarak düşünmemiz gerekiyor. Farz edelim işler öyle gelişti ki, yarın mecliste yeni bir anayasa için hazırlık konusunda hemen hemen bir mutabakat oluştu. Bu tür bir çalışma sonucunda ortaya çıkacak anayasa, siyasi haklarda ikincil pratik önem taşıyan bazı değişiklikler dışında kimin taleplerini karşılardı? TÜSİAD'ın, TOBB'un ve TİSK'in mi, Türk-İş'in, DİSK'in ve KESK'in mi? Türkiye'de sınıf güçlerinin ve sağ ile solun (sol derken elbette CHP'den söz etmiyoruz!) karşılıklı dengesi hakkında azıcık sağlıklı bir değerlendirme yapabilecek herkes kabul eder ki, ilk küme karşılaştırılamaz biçimde ağır basacaktır. Hele hele işçi hareketinin başında öteki tarafla daha baştan uzlaşmaya hazır kadrolar varken!

Demek ki, sağduyu düzeyinde bile görülüyor ki, yeni anayasa telep etmeden önce güçler dengesini değiştirmemiz gerekir. (Ondan sonrasını şimdi tartışmaya girişmiyoruz.) Bunun için ise ne yapılması gerektiği açıktır: Mücadele ve örgütlenme. Sendika ise gerçekten sendika gibi mücadele etmek. Parti ise işçi sınıfı ve emekçilerin bağrında devrimci bir örgütlenmeyi ve mücadeleyi geliştirmek.

Bunu çok iyi yaptığımızı söylemiyorsanız, bir şey daha ekleyelim: Acil anayasa talebi, mücadeleden yan çizmenin bir gerekçesi haline bile getirilebilir.

Kürt sorunu istisna mı?

Bütün bunların ardından, kimileri "evet ama Kürt halkı zaten mücadele veriyor, onun artık bu mücadelenin meyvelerini anayasa hukuku düzeyinde tescil etmesi gerekir" diyebilir. Mücadele hem de kaç yıldır, hem de ne bedellerle veriliyor, doğru. Ama bizim kanaatimiz, Türkiye devletinin henüz Kürt sorununun bütünsel bir çözümünü içeren yepyeni bir anayasaya hazır olmadığıdır. Bu aşamada mesele anayasal değil henüz siyasaldır. Kürt hareketinin önderlerinin dediği gibi, bu aşamada anayasaya bir tek cümle yazılsın yeter. Bu aşamada yepyeni bir anayasada ısrar etmek, Kürt hareketini gereksiz yere TÜSİAD ile titreşim içine sokmak riskini taşır.

Demek ki, Kürt sorunu da bir istisna değildir. Bugün işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin ihtiyacı acilen bir anayasa yapılması değildir. Örgütlenmedir, mücadeledir, bu mücadelelerin siyasi alanda güçler dengesini değiştirmesidir. Anayasa sonranın işidir. Tartışalım.