Önemli olan referandum değil, Üçüncü Cephe! (DİP Girişimi açıklaması - 23-08-2010)
2. Ateşkes, aynı zamanda, dinamikleri işin içinde olmayanlarca çok kolay anlaşılamayacak daha geniş bir siyasi çözüm umudunun kapısını aralamış gibi sunuluyor. PKK'nin ateşkes kararının devletin talebi üzerine alındığı yolundaki açıklaması hükümet tarafından yalanlanmış olsa da, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün devletin yöntemlerinin "çeşitliliği" konusundaki sözleri ve genel atmosfer, ortada daha derinden yürüyen bir takım çalışmaların olabileceğini düşündürüyor. Adil bir siyasi çözüm DİP Girişimi'nin de destekleyeceği bir süreç olur. Devletin ve hükümetin Kürt hareketini muhatap kabul etmesi, adil bir siyasi çözümün önkoşuludur. Şayet devlet ile Kürt hareketi arasında bu yönde başlayan bir dinamik varsa, bu, Kürt sorununda yeni bir evreye işaret eder ve dikkatle izlenmesi gereken bir gelişmedir. Yeni bir evreye işaret eder, çünkü 2009 yılı boyunca, demokratik kamuoyunu, Kürt hareketini ve solun Türk milliyetçiliği ile zehirlenmemiş kesimlerini etkisi altına alan, hakkında yanılsamaların beslendiği "açılım", kesinlikle böyle bir şey değildi. DİP Girişimi, "açılım"ın ilk gününden, bunun Kürt hareketinin Barzani lehine tasfiye operasyonu olduğu teşhisini açıklamıştı. Bugün Kürt hareketinin de benzeri bir teşhise ulaşmış olması olumludur, ama aynı zamanda hareketin gelecek hakkında daha temkinli adımlar atması gerekliliğine işaret eder.
DİP Girişimi, Kürt hareketini, solu, ilerici sendika hareketini ve demokratik kamuoyunu, gereksiz umutlara kapılmaya karşı titizlikle uyarmayı görev bilir. Referandumun ve onu kısa ya da biraz daha uzun aralıkla izleyecek olan genel seçimin, burjuvazinin iki kampı (bir yanda AKP, bir yanda CHP-MHP bloku) arasında gayet ucu ucuna bir dengeye bağlı olduğu koşullarda, hükümet kanadının Kürt hareketinin muhalefetini tarafsızlaştırma ve böylece karşısındaki güçleri zayıflatma çabasına girişmesini anlamak mümkündür. BDP Başkanı Selahattin Demirtaş, bir takım Kürt aydınlarının referandumda "evet" oyu kullanacaklarını açıklamış olduğu kendisine hatırlatılınca, Kürtlerin Lozan'da da İnönü tarafından aldatılmış olduğunu hatırlatmak ihtiyacı hissetmiş. Lozan'a gitmeye ne gerek var?
AKP hükümeti kendisi Kürtleri sürekli olarak aldatmaya çalışmadı mı? 2005'te Diyarbakır'da konuşurken devletin geçmişte yaptığı hataları tekrarlamayacağını söyleyen Başbakan Erdoğan, daha sonra dönüp aynı politikaları izlemedi mi? Çocuk yaşta göstericiler için "kusura bakmasınlar, kimsenin gözyaşına bakılmaz" diyerek ölüm fermanı çıkaran, sınırötesi operasyonlar düzenleyen hükümetin başında Erdoğan yok muydu? Aynı Erdoğan, 2009 boyunca, "açılım" politikası çerçevesinde, artık alıştığımız gösterilerle, gözlerinde yaşlar, Ahmede Hani'lerden söz etmedi mi, "anneler ağlamasın" demedi mi? Kürt halkının ak sütü gibi helal oylarıyla seçtiği belediye başkanlarının ve önde gelen Kürt aydın ve politikacılarının elde kelepçe toplama kampı manzaralarıyla resimlerinin çekilmesi veya savaşta cesetlerin kimyasal silah kullanılarak ve yakılarak tanınmaz hale getirilmesi bunlarla uyuşuyor mu?
DİP Girişimi, BDP'yi ve Kürt halkını, hükümetten veya devletten gelen küçük sinyaller karşılığında gardını erkenden indirmeye karşı uyarmayı enternasyonalist politikasının bir gereği sayar. Türkiye devrimcileri açısından Kürtlere dostluk, hakikatleri söylemektir, her yapılanın peşinde sürüklenmek değil.
3. BDP ve genel olarak Kürt hareketi büyük bir basınç altında. Bir yandan, Türk liberalleri, BDP'yi sürekli olarak AKP hükümetini ve onun anayasa değişikliği paketini destekleme yönünde itiyorlar. Öte yandan, Kürt burjuvazisi, her büyük dönemeç noktasında olduğu gibi, Kürt hareketini düzenin içine ve hükümetin yanına doğru sürüklemeye çalışıyor. Liberaller, mecliste anayasa oylamaları yapılırken başlattıkları basıncı, BDP'nin referandumda boykot kararını açıklamasından bu yana hareketi "evet" oyuna yöneltme yönünde sürdürüyorlar. Ama daha önemlisi, Kürt burjuvazisinin 14 örgütünün referandumda "evet" oyu çağrısı yapması oldu. Çeşitli ticaret ve sanayi odaları ile adları SİAD (sanayici ve işadamları dernekleri) ekini taşıyan bölge dernekleri, böylece, AKP hükümeti bir yandan çok demokratik bir anayasa değişikliği yaptığını iddia ederken bir yandan da Kürtlere hiçbir şey, ama hiçbir şey vermediği halde, onun peşine düşmeye hazır olduklarını kanıtladılar. Bu, BDP'yi arkadan hançerlemektir. Kürt kurtuluşunun Kürt hakim sınıflarının öncülüğünde yürütülebilecek bir mücadele olmadığını bir kez daha kanıtlar.
Kürt burjuvazisinin bu hamleyi bugünlerde yapması bir tesadüf müdür? Hayır, çünkü BDP referandumda "evet" diyebileceğini erkenden açıklamasaydı, bu örgütler bu davranışa başvuramazlardı. BDP, hükümet cephesinde en ufak bir kıpırtı yokken böyle açıklamalar yaparak hata etmiştir. Hükümetin Kürt hakları konusunda ciddi bir adım atması ihtimali son derecede düşükken bu tür açıklamalar yapmak, olsa olsa BDP'yi düzenin girdabına çekmek isteyenlerin eline oynar.
4. Kürt hareketi, son dönemde, başta Tekel eyleminde Türk ve Kürt işçilerin büyük bir ortaklaşma sağlamasının da etkisi altında, işçi sınıfı hareketi ve sosyalist sola yeniden yüzünü dönmüştü. Yapılan üst düzeyli toplantılarda bu irade açık biçimde ifade edilmişti.
BDP sadece referandumda "boykot" çağrısı yapmakla kalmadı. Aynı zamanda, DİP Girişimi'nin de içinde yer aldığı Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot Cephesi'nin içinde en önemli kurucu unsuru olarak yer aldı. Bütün bunlar, bir yönelişe işaret ediyordu.
Bugün ortalıkta hiçbir şey yokken "evet" oyu vermekten söz etmek, uzun soluklu olacağı söylenen bu yaklaşımı terk etmeye hazır olduğunu söylemek anlamını taşıyor. BDP yönetimine de, Boykot Cephesi içinde yer alan parti ve gruplara da, sol kamuoyuna da şu noktayı vurgulamak isteriz: Boykot tavrı, aslında referandumun değil, mücadelenin önemli olduğunu ilan etmektir. Eğer "evet" veya "hayır"ın kazanması Türkiye işçi sınıfı, emekçileri ve Kürt halkı için büyük bir fark edecek olsa, bizlerin de bu yönde oy kullanması gerekirdi. Bizler hep birlikte "boykot" dediysek, ne "evet" kampından ne de "hayır" kampından işçi sınıfına ve Kürtlere hayır gelmeyeceğine ikna olduğumuz için diyoruz demektir.
Yani "boykot" demek bir Üçüncü Cephe oluşturmaya çağrı çıkarmak, mücadele azmini ortaya koymak, seçimlere hazırlanmak, bu Üçüncü Cephe'yi daha referandumdan itibaren pratik olarak halkın gözünde canlandırmak, görülür kılmaktır. BDP referandumdaki tavrını belirlerken gelecekte burjuvazinin iki cephesinden de bağımsız bir siyasi gücü işçi sınıfının mücadele eden kesimlerini de yanına alarak inşa edip etmek istemediğine karar vermelidir. 2002'den başlayan bir eğilimle, 2004'te Murat Karayalçın'ın SHP'siyle işbirliğinden geçerek, 2007'de liberalleri aday yaparak ve AKP hükümetine güven oyu verebileceğini açıklayarak, Kürt hareketi burjuvazinin güçleri ile işbirliğini denemiştir ve hiçbir sonuç elde edememiştir.
Barış, barış yapılacak güçle işbirliği demek değildir. Barış karşıtlar arasında yapılır, müttefikler arasında değil. Kürt hareketi, adil bir siyasi çözüm istiyorsa, işçi sınıfı ve emekçilerle bir Üçüncü Cephe kurmayı önüne esas görev olarak koymalıdır.
6. DİP Girişimi ve onu kurmakta olan gelenek, Türk solunun Kürt halkı ile dayanışma göstermeyi görev bilen kanadı içerisinde, Kürtlerin Türkiye burjuvazisi ve onun siyasi güçleri ile işbirliğine tutarlı olarak karşı çıkmış yegâne siyasi odaktır. Bu tavrımızı, bugün de yarın da sürdüreceğiz. Biz bu topraklarda işçi sınıfının ve Kürtlerin güçlerini birleştirdikleri takdirde, bu toplumun bütün kaderinin değişeceğine inanıyoruz. Dolayısıyla, burjuvazinin iki cephesi karşısında Üçüncü Cephe'yi savunmaya devam edeceğiz. Referandumda tavrımız sonuna kadar "boykot" olacaktır. Onu izleyecek genel seçimlerde ise Üçüncü Cephe'nin, Emek ve Özgürlük Bloku'nun kurulmasını savunmaya devam edeceğiz. Batı'da bu dönemde mücadeleci işçilerin sembolü haline gelmiş olan Tekel işçilerini ve sosyalistleri, Bölge'de ise Kürt hareketinin temsilcilerini aday gösteren bir Emek ve Özgürlük Bloku, geleceğin yolunu açacak bir siyasi odaklaşma olma potansiyeline sahiptir.
23 Ağustos 2010
Devrimci İşçi Partisi Girişimi