Şarlo L’si

Bundan önce yayınlanmış olan iki yazımızda, Yunanistan krizinin derinliğini ve sınıf mücadelelerini nasıl kışkırttığını hatırlattıktan sonra (23 Mayıs), bu krizin aslında bir Avrupa krizi olduğunu, birçok başka ülkede de daha düşük ölçekte olmakla birlikte aynı dinamikleri harekete geçirdiğini (13 Haziran) görmüştük.

AB, üretilen ulusal gelir bakımından dünyanın bir numaralı ekonomisidir. Avronun çökmenin eşiğine geldiği, AB ekonomilerinin muazzam tehditlerle karşı karşıya olduğu bir durumda, dünya ekonomisinin bundan etkilenmemesi düşünülemez bile. Öyleyse, dünya çapında krizin yeniden yükselmekte olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Zaten başka ülkelerde de kriz göstergeleri yine ciddileşiyor. ABD'de gayrimenkul piyasası yeniden düşüşe geçti, talep artışı duruyor. Çin'de bir gayrimenkul balonu patlaması bekleniyor. Yunanistan'ın kamu borcu milli gelirinin % 114'ü oranında. Ya Japonya'nınki? % 229!

 

Krizin gerçekten de yeniden azmaya başladığının en belirgin göstergesi 2009 baharından itibaren neredeyse sürekli bir yükselişe geçen borsaların Nisan başından itibaren tepe taklak olması (yaklaşık % 15 bir gerileme). Avronun değerindeki düşüş ve Avrupa borsalarının gerilemesi, krizin Avrupa çapında bir kriz olarak kalacağını düşündürebilirdi. Oysa son bir-bir buçuk aydır, sadece Avrupa borsaları değil, ABD ve Asya borsaları da ciddi bir gerileme yaşıyor. Kriz geri geliyor.

"Yeşil filizler" mosmor

Bu olgunun temellerini anlamaya çalışmak gerekir. Sonuç olarak, gerek dünyada gerek Türkiye'de, en azından 2009 sonbaharından itibaren üretim, yatırım, kapasite kullanımı, tüketim, uluslararası ticaret ve benzeri birçok göstergede bir canlanma ortaya çıkmaya başlamıştı. Nouriel Roubini veya Joseph Stiglitz gibi istisnai örnekler hariç, düzen yanlısı iktisatçıların ezici çoğunluğu bu gelişmeleri önce "yeşil filizler" olarak nitelediler: Yani krizden çıkışın ilk umut işaretleri belirmişti. Filizler boy vermeye başlayınca da krizin aşılmakta olduğunu ilan ettiler. Gerçi herkes biraz temkinli idi, ama genel atmosfer iyimserdi.

Üretim ve ticaret alanlarındaki bu canlanmanın nedenlerine bakılmaksızın bu gelişmelerden krizin sona ermekte olduğu sonucunu çıkarmak, çok basit, çok temel bir hataydı. Üretim ve ticaretteki bazı göstergelerin iyileşmesinin ardında, dünyada (ve Türkiye'de), devletlerin hem finans kurumlarını kurtarma, hem de faiz oranlarını düşürerek, vergileri azaltarak, harcamaları arttırarak talebi arttırma yoluyla dünya ekonomisini uçurumun eşiğinden geri çevirmesi yatıyordu. Ama ekonomide her şeyin bir bedeli vardır. Devletlerin krizi engellemek için sermayeye koltuk değneği olmasının maliyeti, muazzam bütçe açıkları ve bu açıkları karşılayabilmek için kamu borçlarının çığ gibi büyümesidir. Devlet harcamalarının böyutlarını hayal etmek bile güçtür. Bu konuda bir fikir verebilmek için şu karşılaştırmayı aktaralım. Dünya üretimi kabaca 60 trilyon dolar dolayındadır. 2008 sonbaharından 2009 sonbaharına kadar bir yıl içinde dünya çapında bütün devletlerin finansal kurtarma ve ekonomiyi canlandırma amacıyla yaptığı harcamalar ise 14 trilyon dolar. Yani neredeyse dünya üretiminin dörtte biri!

Bu kadar yüksek bir harcama ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan son derece yüksek kamu borçluluğu, kolay kolay altından kalkılacak bir şey değildir. Devletlerin bu denli borçlu olmasının sonucu, ya bazılarının temerrüte (borçlarını ödeyemez duruma) düşmesi ya da enflasyon (ve son tahlilde hiper enflasyon) olacaktır. Yani, kriz ortadan kalkmamış, yer değiştirmiştir. Devletler, dünya ekonomisini uçurumun kenarından kurtarabilmek için kendilerini tehlikeye atmışlardır. 2008 sonbaharı ve sonrasında finans kuruluşlarının, hatta General Motors gibi üretim sermayelerinin iflası söz konusu iken, şimdi sıra devletlerin iflasına gelmiştir!

Öyleyse, daha "yeşil filizler" boy atarken işin buraya geleceği öngörülebilirdi. Ama 2008'de büyük bir sarsıntı ile patlak veren krizin gerçek doğasını kavrayamayan düzen iktisatçıları, krizin kısa sürede atlatılacağı beklentisine kapıldılar.

Yeni bir büyük depresyona doğru

Avrupa Merkez Bankası başkanı Jean-Claude Trichet, geçtiğimiz günlerde verdiği bir demeçte, ekonominin İkinci Dünya Savaşı'ndan, "hatta belki de Birinci Dünya Savaşı'ndan" beri en büyük krizden geçmekte olduğunu söyledi. Bu açıklamanın ağırlığını iyi tartmak lazım. Yaşadığımız krize "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük kriz" denmesi artık vakayi adiyeden. Ama Trichet daha ileri gidiyor ve "Birinci Dünya Savaşı" diyor. O zaman, içinden geçmekte olduğumuz kriz, 1929 New York borsa çöküşüyle başlayan ve 1940'lı yılların sonuna kadar devam eden Büyük Depresyon'dan da ağır oluyor!

Bu satırların yazarı, Eylül 2008'de finans dünyası sarsıntıya girdiğinde, yeni bir büyük depresyon döneminin başladığını ısrarla ifade etmişti. Bunun anlamı, ekonominin çok büyük ölçekli bir daralma ile karşılaşacağı, basit bir resesyondan çok daha uzun bir süre kriz içinde kalacağı ve krizin ekonominin kendi işleyişi ile düze çıkamayacağıdır. Böyle dönemlerde sınıf mücadeleleri sertleşir, milliyetçilik, faşizm, savaş birer ciddi tehlike haline gelir, krizden çıkışı da ekonominin kendi mantığı değil bu faktörlerin tamamı belirler.

Bu teşhisimizin altında şu akıl yürütme yatıyordu: Kriz, ne borsa oyuncularının aşırı tamahından ne finans piyasalarının yeterince kontrol altına alınmamasından doğmuştu; üretim alanının çelişkilerinden doğmuş ve yaklaşık otuz yıldır sürmekte olan uzun vadeli krizin yeni bir evresiydi sadece. Üretim alanında kârlılık düşünce, sermaye değer kazanmak için finans dünyasına kaçar. Bu, uzun ve büyük krizlerin yarattığı depresyon eğilimini engeller. 2008 çöküşü ile birlikte depresyon eğilimi güncelleşmiştir.

V, U, W, L...

Krizin başından beri, krizin seyrine ilişkin öngörüler bir dizi harfle özetleniyor. Kimi düşüşten sonra U şeklinde yükseliş bekliyor, kimi V şeklinde daha keskin bir yükseliş. Kimi de, bunlardan farklı olarak, "çift dipli" bir kriz bekliyor, dolayısıyla W harfini kullanıyor. Bugün, ekonomi yeniden daralmanın eşiğine gelmişken U ve V'nin manasız olduğu ortaya çıkıyor, Avrupa borçluluk krizinin ağırlığı altında ezilirken, "çift dipli" W çok daha makul bir seçiş gibi görünüyor.

W kısa vadede olgulara bir ölçüde tekabül ediyor, ama uzun vadede yanıltıcı. Çifte resesyon olacağını öngörmesi avantaj olabilir, ama ikinci resesyondan sonra dünya ekonomisi otomatikman kurtulacak gibi görünüyor bu görüşe göre.

Biz geçen yıl yayınladığımız bir yazıda doğru harfin L olduğunu iddia ettik. Yani üretimin hızla düştüğü, işsizliğin ciddi bir şekilde yükseldiği ve ekonominin uzunca bir süre boyunca toparlanamayacağı bir durum. Üstelik, bu L'nin yatay ayağının Şarlo'nun uzun, sivri uçlu pabuçları gibi çok uzun olacağını öngördük. Onun için bu L'ye Şarlo L'si dedik.

Bugün yaşanan çift dipli resesyona doğru gidiş değildir, Şarlo L'sidir. Bir büyük depresyon ölçeğinde bakıldığında, kimi ekonomi altı ay yüzde 3 büyümüş, bunun hiçbir önemi yoktur. Herkes 1930'lu yılları derin bir çöküntü ve işsizlikle hatırlıyor. ABD ekonomisinin 1934 yılında % 9 büyüdüğünü hatırlayan var mı?

Öyleyse, uzun, sarsıcı, sarsıntılı bir krize hazırlanalım.

 


Bu yazı 20 Haziran 2010 tarihinde Radikal İki'de yayınlanmıştır.