Karabağ’dan Doğu Akdeniz’e NATO eksenindeki Türkiye
İstibdad rejimi sadece ekonomide değil dış siyasette de tam bir iflas içerisinde. Ekonomide Berat Albayrak’ın ekonomik verilere, döviz kurlarına dair vaktiyle yapmış olduğu iyimser tahminler, çizdiği pembe tablolar bugün alay konusu oluyor. Dış politikada ise hâlâ “yedi düvele karşı savaşan Türkiye”ye dair hikayeleri dinliyoruz. Bu hikayelerin de akıbeti farklı olmayacağa benziyor. Çünkü yedi düvelle savaşıyoruz dedikleri her yerde, emperyalizme tam bir teslimiyet ve hizmetkârlık görüyoruz. Tabii ki bu iki yüzlü siyasetin bedelini Türkiye’nin emekçi halkı maddi manevi olarak ve en önemlisi de canıyla ödüyor. Çözüm, özüyle sözüyle gerçek bir anti-emperyalist siyasette. Bu siyasetin gereği derhal NATO’dan çıkmaktan, İncirlik’i, Kürecik’i kapatmaktan geçiyor. Bunları yapmak bir yana adını bile anmayan iktidarın halkı kandırdığı ortada.
Kafkaslar’da NATO-Türkiye-İsrail ekseni
Karabağ savaşında Azerbaycan ordusu 30 yıldır işgal altında olan bir dizi ilçeyi kurtarırken askeri olarak en büyük desteği Türkiye ile birlikte İsrail’den aldı. Azerbaycan’ın askeri ilerleyişi sürerken ateşkes çağrısı yapmayan iki ülke oldu. Bunlardan biri Türkiye diğeri ise İngiltere’ydi. ABD ve Fransa, Rusya ile birlikte Minsk Grubu adı altında resmi arabulucu konumundaydı. Her iki ülkede de Ermeni diasporası çok güçlü bir etkiye sahip olmasına rağmen bu ülkelerin tarafsız bir pozisyonu koruduğunu, Ermenistan lehine ağırlık koymaktan uzak durduğunu gördük. Her ne kadar Ermenistan Başbakanı Paşinyan iktidara geldiğinden beri Batı ve NATO yanlısı bir siyaset izlese de emperyalist işbirlikçisi Paşinyan’ın güvendiği dağlara kar yağmış durumda. Rusya’nın doğrudan nüfuz alanı içinde Paşinyan’ı Putin’e karşı savunmanın maliyetine katlanmak istemeyen bu güçler Azerbaycan’ı Rusya karşısında kendi eksenlerine katmaktan memnunlar. Ukrayna ve Gürcistan’la birlikte bu Batı yanlısı ekseni tahkim etmek üzere yoğun bir çabanın olduğu gözlerden kaçmıyor.
Türk F-16’larının aynı zamanda birer NATO unsuru olarak Azerbaycan’da bulunuyor olduğunu unutmamalıyız. İlham Aliyev’in “eğer dışarıdan müdahale olursa o zaman F-16’ları havada görürsünüz” açıklaması önemli. Dış müdahale olasılığı olan tek devlet bir nükleer güç olan Rusya ve onun da birkaç F-16 ile caydırılamayacağı belli olduğuna göre İlham Aliyev’in lisan-ı münasiple NATO kartını oynamaya çalıştığı açık. İlham Aliyev uzun süredir benzer bir siyaseti İran’a karşı İsrail’le işbirliği yaparak izliyor. Daha önce İsrail’den 5 milyar dolarlık silah satın aldıklarını açıklayan Aliyev, 2019 yılında da Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal, katliam ve sürgünlerle gasp edildiği Nekbe gününde Netenyahu’ya kutlama mesajı göndermişti. Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hikmet Hacıyev’in Karabağ savaşı sırasında verdiği bir röportajda İsrail’le dost olduklarını söylemenin yanında Türkiye ve İsrail’in de dost olması için özellikle çalıştıklarını söylemesi anlamlı.
Doğu Akdeniz’de NATO’ya hizmet ve NATO’dan destek
Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan’ın karşılıklı egemenlik iddia ettiği sularda bir tırmanan bir yumuşayan gerilim de NATO’ya havale edilmiş durumda. En son olarak 28 ve 29 Ekim tarihlerinde her iki ülke de NATO’nun koordinasyonunda planladıkları tatbikatları iptal ettiler. “Üst düzey bir askeri yetkili”nin Hürriyet’ten Hande Fırat’a bu süreçte Türkiye’nin yapıcı katkıları nedeniyle NATO nezdinde övgü aldığını, Yunanistan’ın tepki gördüğünü söylerken “yedi düvele karşı savaşıyoruz” tezini en üst düzeyde tekzip ettiğini görüyoruz. Benzer bir durumu Türk ve Fransız savaş gemileri arasında Libya kıyılarında yaşanan gerilimde de görmüştük. O olayda da ABD’nin inisiyatifi ile NATO organları Türkiye’yi haklı bulmuştu.
Demek ki Türkiye Doğu Akdeniz’de yedi düvele karşı savaşmıyor. Tam tersine Batı emperyalizminden kritik durumlarda ciddi destek de görüyor. Elbette bu destek karşılıksız değil. Türkiye bu desteği hak etmek için çok çaba sarf ediyor. NATO’nun en büyük güçleri ABD ve İngiltere, Türkiye’yi Libya’dan Suriye’ye, Rusya’ya karşı sahada savaşan askerlerini bu uğurda ölüme yollayan, parasını bu savaşa döken bir taşeron ülke, bir vekil güç olarak görüyor. Libya’da Fransa’ya karşı NATO’nun desteğini alabildiyse bu, Sarraç hükümetine verdiği mali ve askeri destekle Rusya’nın karşısına çıkmasıyla, Libya’da Rusya’nın desteklediği Hafter’in ilerleyişini durdurmasıyla oldu. İşin sonunda Türkiye NATO’ya istediğini verdi ama Libya’da istediğini alamadı. Türkiye’deki iktidar kendi taşeronu olarak gördüğü Sarraç’ın Ankara’nın talimatlarının aksine Fransa ile flört etmeye başlayıp, ABD’nin koordinasyonunda Tunus’ta Hafter tarafıyla diyaloğa girmesiyle adeta şok yaşadı. Uluslararası siyasette de taşeronluk ilişkilerinde esas merciinin üst işveren olduğu bir kez daha görülmüş oldu.
Çelişkiler var ama eksen kayması yok
Elbette ki her bağımlı ülke gibi Türkiye’nin de hâkim sınıfları ile emperyalist merkezler arasında pazarlıklar, anlaşmalar olduğu kadar çelişkiler ve anlaşmazlıklar da vardır. Ancak emekçi halkın bilmesi gereken, kendisine anlatılanla gerçekte olanların farklı olduğudur. Mesela ABD’ye karşı bir egemenlik gösterisiymiş gibi lanse edilen Sinop’taki S-400 denemelerinin sahne arkasında muhtemelen ABD ve NATO’ya bin türlü güvence verilmiştir. En güncel delil Hande Fırat’a konuşan üst düzey askeri yetkilinin sözleridir. “Üst düzey yetkili”, “televizyon alsanız bile çalışıp çalışmadığına bir bakarsınız” diyor ve ekliyor: “Bu konuda Türkiye’yi suçlayanlar işin aslını biliyor. Eksen kayması söz konusu değil. Türkiye, NATO içinde havada, denizde, karada sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getiren ülkelerden.”
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2020 tarihli 134. sayısında yayınlanmıştır.