Deprem mi kanal mı? (Röportaj)
TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası Üyesi, Sismoloji Doktoru Savaş Karabulut: “Bu bütçeyle depreme karşı yeni 150000 bina ile 1,5 milyon konut ile en az 6 milyon yurttaşın hayatını kurtarmak varken, kanal projesini tercih edenler bu halkı deprem karşısında ölüme terk edenlerdir.” Gerçek gazetesi olarak Savaş Karabulut ile yaptığımız röportajı okuyucularımıza sunuyoruz.
Gerçek: Kanal İstanbul projesi pek çok boyutuyla tartışılıyor. İktidar bu proje ile ilgili muazzam bir iştah içinde. Bilim insanlarından ciddi itirazlar geldi. Halk nezdinde ise ciddi kuşkular ve tedirginlikler var. Güçlü bir tepki de günden güne artıyor. Öncelikle şuradan başlayalım: Sizce iktidarın bu proje ile ilgili büyük iştahı ve ısrarı neden kaynaklanıyor?
Savaş Karabulut: Bir bilim insanı ve yerbilimci olarak projeye bugün karşı çıkmanın bir vatandaşlık görevi, doğayı ve yerküreyi korumanın da bir sorumluluk olduğunu belirtmek isterim. Bilim insanları olarak proje hakkında bize görüş sorma gereği bile duymadan hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna bu memleketi seven bir bilim insanının, mühendisin veya yurtseverin imza atması da beklenemez. Çünkü bu proje aynı zamanda İstanbul şehrini bölme projesidir.
2011 yılından beri tartışılmaya açılan ve son süreçte iktidarın tek temsilcisi Erdoğan tarafından “Kim ne derse desin, bu kanalı yapacağız” söyleminin arkasında yatan nedeni sorgulamak gerekir. Bu bir siyasi kutuplaşma arenası mı, yoksa ekonomik krizin can yaktığı bu günlerde yeni bir ekonomik program paketine eşdeğer olarak ekonomiyi tekrar canlandırma stratejisi midir? Öncelikle belirtmek gerekir ki; Kanal İstanbul projesi bir denizcilik ulaşım probleminden kaynaklı sıkıntıları çözmeye odaklanmış bir proje değil, aksine bir “emlak ve rant projesidir”.
Zaten televizyon programlarında ve gazetelerde kanal manzaralı evlerin satış projeleri için reklamlar şimdiden verilmeye başlanmıştır. Çünkü proje güzergahı üzerinde bulunan o arsalar yandaşlara çoktan satılmıştır. Tıpkı diğer megaprojeler (Osmangazi, Yavuzselim, III. Havalimanı, Avrasya Tüneli vb.) gibi. Yani Kanal İstanbul Projesi bir denizcilik ve buna bağlı ulaşım projesi olarak düşünülmüş olsaydı, önce her gün eve, işyerine, okuluna giderken canımıza tak ettiren karadaki trafik sorununu çözmeye odaklanılırdı. Karadaki trafik sorununu çözemeyen iktidar, bu projenin hayata geçmesiyle birlikte yaşamı İstanbul’da büyük bir kaosa götürecek adımlar atmaktan da geride durmamaktadır. Kaos’un nedeni ise 7/24 saat çalışacak 20 ton tonajlı; hafriyat, dolgu, beton vb. taşıyacak 3000 kamyonun en az 4 yıl boyunca İstanbul trafiğinde yaratacağı ulaşım problemlerinden kaynaklanmaktadır. İçme sularımız tuzlanma ve kirlilik nedeniyle yok olacak, kanal çevresinde bulunan mezarlıklardaki emanetlerimiz ya sular altında kalacak/ya da taşınacak, tarihi eserler (Yarımburgaz Mağarası, Bathonea Antik kenti, Roma su yolları vb) sular altında kalacak, ekili tarım arazileri ve meralar sular altında kalacak, deprem tehlikesi unutulacak, çıkarılacak hafriyatlarla heyelanlar ve zemin de çökmeler başlayacak, dolguların konulacağı sahillerde tsunamiler tetiklenebilecek, geçiş garantisinden dolayı yeni vergiler emekçi halkın üzerine bindirilecek, alınan krediler nedeniyle dışa bağımlılık artacak, proje nedeniyle yüzlerce emekçi alınmayan işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri nedeniyle can verecektir. Tıpki Panama kanalı yapımında yüzlerce emekçinin hayatını kaybettiği gibi.
Gerçek: Bu proje birçok boyutu ile tartışılıyor. Emekçi halkın gözünden bakarsak en önemli olan, halkın hayatını en çok ilgilendiren boyutları nelerdir?
Savaş Karabulut: Bir ulaşım projesi olarak planlandığı belirtilen bu projede aynı zamanda Yat Limanları, Konteyner Limanları ve Lojistik Merkezleri projesidir. Emekçilerin bu limanlara park edecek ne yatları ne de açılacak yeni boğazda, boğaz manzarası görecek evleri vardır. Zaten asgari ücrete yapılan “o büyük” zamlarla da bu mümkün görünmemektedir. Asgari ücret görüşmelerinin tek bir sevinen temsilci vardır “patronların temsilcisi sendika”. Aksine bu proje emekçilerin birçok yönüyle hayatlarını zora sokacaktır. Trafik, yeni vergiler, evsiz kalma, açığa çıkacak tozların yeni hastalıklara neden olması, suların kirlenmesi/tuzlanması nedeniyle suların pahalılaşması ve barajlar elektrik üretiminde de kullanıldığı için elektriğe yeni zamlar gelmesi, proje için alınacak kredilerin faizleri nedeniyle borçlanan bir ülkede hayatın daha da pahalılaşması vb. birçok sorun bulunmaktadır. Proje çevresine kurulacak lüks konutlar ve şu an proje güzergahı üzerinde bulunan alanda yaşayan birçok emekçi kent sakini bugün büyük bir tehdit altındadır. Yıllardır gecekondu mahalleri başta olmak üzere yapı ruhsatı sorununu çözülemeyen (iktidar imar barışıyla vatandaşın cebindeki parayı alarak, sözde çözüm üretmiştir, bu durumun sakıncaları ileride görülecektir) kent sakinlerine, şimdi de proje güzergahı üzerinde olması hasebiyle bölgeyi revizyon alanı ilan ederek veya imarsız alanlarda yaşayanları bir kılıf bularak sürme arayışına girecektir. Unutmayın ki; bugün İstanbul Boğazı’nda emekçi kent sakinleri değil, zenginler oturmaktadır. Bu iktidar benzer bir şekilde yeni kanal (boğaz) güzergahını da emekçilere yoksullara bırakmayacaktır. Bunun birçok yöntemi vardır. Yani bu proje zenginleri ve yandaşları zengin etme ve emekçileri de yeni vergi yükleri, farklı gerekçelerle evsiz bırakarak daha uzak alanlara sürme projesidir.
Proje güzergahı üzerinde bulunan yaklaşık 8800 parselin %78’i projenin güzergahı belirlenmeden önceujyakınlara, yandaşlara, iş adamlarına ve Arap sermayesinin kulaklarına fısıldanmış ve sahadaki birçok parsel önceden satılarak değerleri arttırılmış ve birilerine daha proje hayata geçmeden büyük kazançlar sağlamıştır. Oysa projeyi ilk ortaya atan Erdoğan bu bilginin paylaşılmayacağını söylemiş ve duyulursa “birileri kazanç sağlar” söyleminde bulunmuştur. Oysa haritada kırmızı ile gösterilen alanlar özel şahıslara (zenginlere) çoktan satılmıştır.
Gerçek: Kanal İstanbul’un neden yapılmaması gerektiği açıkça ortaya çıkıyor. Ama bu sadece bir projenin engellenmesi meselesi değil. Aynı zamanda kamu kaynaklarının halkın yararına kullanılması meselesi. Siz şu anda Kanal İstanbul yerine halkın en acil yaşamsal ihtiyaçları için hangi çözümleri öneriyorsunuz?
Savaş Karabulut: Kanal İstanbul projesi ne emekçilerin, ne emeklilerin, öğrenciler hatta gemicilerin bile gündeminde değildir. İstanbul halkının en temel sorunu geçim sıkıntısıdır. Bugün asgari ücrete yaptıkları %15’lik zamla övünen iktidar (enflasyona karşı halkı ezdirmemek için %2 fazla zam yaptık, söyleminde bile bulunmuştur) halkın gündemi olmayan bir konuyu da gündemine sokmaya ve tartışmaya açmıştır. Bu arada bizlere projenin yapılıp yapılmamasını soran da yoktur. Tek adam rejiminin getirdiği sonuçlar her şeye tepeden karar vermek ve demokrasiyi askıya almakla eşdeğer olduğu bir kez daha görünmektedir. Bugün deprem olsa yüzbinlerce kent sakinine mezar olacak bir beton yığını içinde yaşadığımız İstanbul’da, 75 ile 118 milyar lira arasında telafuz edilen maliyete neden katlanmamız gerekiyor? Bu projenin kreditörleri veya yüklenicilerine da yap-işlet-devret modeliyle teslim edildiğinde, diğer köprü geçişler veya hasta garantili açılan şehir hastaneleri gibi Kanal İstanbul’un maliyeti de yeni vergilerle emekçilerin sırtına yüklenecektir. Kamu kaynaklarını bu tür projelere ayırıp, çar çur etmek yerine; EYT’lilerin sorunu çözülmeli, emekçilerin/emeklilerin yaşam koşulları düzeltilmeli, öğrencilerin eğitim sorunları ortadan kaldırılmalıdır. Bu bütçeyle depreme karşı yeni 150 bin bina ile 1,5 milyon konut ile en az 6 milyon yurttaşın hayatını kurtarmak varken, kanal projesini tercih edenler bu halkı deprem karşısında ölüme terk edenlerdir. Bu nedenle bu projeye karşı çıkmak bir ölüm kalım mücadelesidir.
Bu yazının kısaltılmış bir versiyonu Gerçek gazetesinin Ocak 2020 tarihli 124. sayısında yayınlanmıştır.