Örgütlenme ve mücadele yılı için bir geçici bilanço: Zaferler, kazanımlar, darbeler ve dersler…

levent köşe

2025 yılını örgütlenme ve mücadele yılı ilan ederken yıla Polonez işçilerinin tüm Türkiye’yi sarsan direnişiyle girmiştik. Perfetti’de direniş yıllar sürmesi muhtemel yetki davası bitmeden toplu sözleşme masasının kurulmasını sağlamış, metal sektöründe MESS’in, arkasına grev yasaklarını alarak yaptığı işten atma saldırısı metal işçilerinin ve Birleşik Metal-İş’in iradesiyle püskürtülmüştü. İşçi sınıfı namına çok güçlü girdiğimiz bu yılda Grid Solutions, Green Transfo ve Chinatool gibi grevlerde örnek başarılara imza atıldı. Tekgıda-İş’le birlikte mücadelenin içinde yer aldığımız Polonez ve Perfetti’de ise tökezledik hatta ciddi bir darbe yedik. Tökezlemekten kastımızı açacağız. Mücadelede her zaman zaferler olmayacak. Zaferlerden güç almak kadar başarısızlıklardan ve yenilen darbelerden ders çıkarmak da çok önemli.

Sınıf mücadelesinde başarının ve başarısızlığın kriterlerini doğru tespit etmek gerekli. Sözleşmelerde saat ücretlerine yapılan zam oranlarından, sosyal haklara, yürürlük süresinden işyerindeki çalışma rejiminin çeşitli boyutlarına kadar birçok madde söz konusudur. Bunlarda elde edilen kazanımlar şu ya da bu ölçüde işçileri tatmin edebilir. Bazen işçileri tatmin eden seviyeler aslında işçinin alabileceğinin çok altındadır. Bazen de tam tersi söz konusu olur. İşçi ile patron arasındaki güç dengesi içinde kopartabildiklerimiz mevcut geçim şartları içinde işçileri tatmin etmekten çok uzak kalabilir. Burada işçi her zaman haklıdır. Çünkü kapitalizm artı değer sömürüsüne dayanır. İşçiler en iyi durumda dahi emeğinin karşılığını (çalışarak ürettikleri ve patronların el koyduğu değer) değil, emek gücünün (ertesi gün emek gücünü yeniden patronun hizmetine sunması için gerekli mal ve hizmetlerin değeri) karşılığını alır. Yani bazen, hatta çoğu zaman en yüksek ücret alan işçiler pekâlâ en çok sömürülen işçiler olabilir. Sıklıkla yaşadığımız bir durum. Bir fabrikada işçilerin şikayet ettiği sözleşmenin belki de çok daha azına ulaşmak için başka fabrikalardaki işçiler kıyasıya bir mücadele içindedir.

Dolayısıyla imzalanan toplu sözleşmeleri ya da direnişlerin sonucunda elde edilen maddi kazanımları tartıya koymak yanıltıcı olur. Sınıf mücadelesi açısından temel kriter şunlar olmalıdır: Mücadelenin sonucunda işçilerin birliği güçlenmiş midir? Gelecek mücadeleler için işçiye dayanak oluşturacak mevziler elde edilmiş midir? Öncü işçiler nitelik olarak gelişmiş midir ve nicelik olarak artmış mıdır? Mücadelenin o fabrikadaki işçilerin ve genel olarak işçi sınıfının sınıf bilinci üzerindeki etkisi ne olmuştur?

Bu kriterler açısından baktığımızda metal işçilerinin bir dizi grevinin en önemli kazanımı zam oranlarında değil grev yasağına rağmen bir ayı geçen sürelerde grevlerin fiilen yapılmış olmasındadır. Örneğin bu sürecin parmakla gösterilen fabrikalarından Grid Solutions’ın başarısına damga vuran, işten atma tehditlerine karşı işçilerin tam bir birlik içinde hareket etmeleri, çok net ve tavizsiz bir tutumla, olası bir saldırıya direnişi büyüterek cevap verileceğini hem işçinin hem de patronun kavraması olmuştur. Benzer kazanımlarla birlikte metal işçileri 2025 yılının büyük MESS muharebesi için birliğini arttırmış, bilincini yükseltmiş, mevziler elde etmiş şekilde gitmektedir.

Olumsuz örnekleri ise Polonez ve Perfetti’de yaşadık. Polonez işçileri büyük direnişin ardından yıllarca sürmesi muhtemel davaları beklemeden kıdem ve ihbar tazminatları ile işçilerin kıdemlerine göre farklı oranlarda ek maddi kazanımlar elde ettiler. Kazanım mı, kazanım. Ama bu kazanım geriye ne bıraktı? İşçiler Çatalca Adliyesi önünde direnirken Ankara’da yapılan anlaşmaların maddeleri işçilerden gizlendi. İşçiler sendika tarafından imzalanan sulh protokolünü görmeden ve alacakları tam olarak hesaplanmadan davalardan feragat etmeye yönlendirildi. Kıdemsiz işçiler nispeten çok düşük paralar alırken bir darbe de sendikanın 5 ay boyunca verdiği dayanışma paralarını mahsup etmesiyle geldi. Ankara’da patronun sendika ve bakanlık karşısında içeride kalan işçilere baskı yapmayacağı yönündeki sözler tutulmadı. Kaymakamlığın iş bulmada yardımcı olacağız sözleri de havada kaldı. “Polonez” adını duyan patronlar kara liste uygulaması yapıyor. Polonez işçisi tüm Türkiye işçi sınıfına örnek olan bir mücadele yürütmüşken büyük ve haklı bir hayal kırıklığı yaşıyor. Tüm Türkiye’ye mücadeleyi öğreten işçiler bir aşamada “Bir daha sendika mı, tövbe” deme noktasına geldi. İşte bu nokta ne kazanım varsa hepsini alıp götürür. Dev bir mücadeleyle çok zor koşullarda elde edilmiş bir zaferi bir hezimete dönüştürür. Ancak bu mücadele öyle bir mücadeleydi ki başka kim olsa sendikacılara sövüp sayar, arkasını döner giderdi ama Polonez işçileri öyle yapmadı. Sendikacıların yanlışlarına rağmen sendikaya sahip çıkmaya devam ediyorlar. Tekgıda-İş saflarındaki Eker işçilerinin direnişini, tütün işçilerinin grevlerini sahiplenmeyi sürdürüyorlar. Mücadele eden işçilere bu işin sonu kötü, yol yakınken dönün demiyorlar. Kazanmak için sendikaların da işçilerin denetiminde olması lazım diyorlar. Bu tutum zaferin hezimete dönüşmesine mâni olacak tutumdur. Polonez işçileri tarih yazmıştır ama kitabın kapağını kapatmamıştır.

Bu tutum Polonez’in kardeş fabrikası Perfetti’nin işçilerine de örnek olmalı. Orada direniş, toplu sözleşmenin imzalanmasıyla sonuçlandı. Sözleşmede kazanımlar var. Başta vergi konusu olmak üzere ciddi hak kayıpları da var. Yetki davası belki iki sene sonra neticeye ulaşacaktı. Şimdiden sözleşmeli çalışmaya başlamak bir kazanım olarak görülebilir elbette. Eğer işçilerin birliği ve örgütlülüğü güçlenmişse, sendikasıyla bütünleşmiş ve iki yıl sonra kaybettiklerini tekrar alacak mevziler elde etmişse… Ama öyle olmadı, tam tersi yaşandı. Vaatler ile sözleşme arasındaki tutarsızlıklar güven sarstı. Mücadelede tavizler olur. Ama işçiye hangi konuda ne için taviz verildiği anlatılmazsa işçi tamamen sürecin dışında bırakılırsa güven bunalımı derinleşir. Sözleşmenin kazanım ve kayıplarını madde madde teraziye koymanın bir manası yok. Fabrikanın içinde işçilerin moralleri yerlerdeyse, patronun adamları özgüven kazanmışsa, sendikalı düzene geçilmesine rağmen hâlâ işçilere mobbing uygulanabiliyorsa kimin kazançlı çıktığı bellidir. Ama bu aynı zamanda kazanmanın yolunu da bize göstermektedir. İşçi, sendikasına sırt dönerse bundan en çok patron ve onun fabrikadaki kılıç kalkan takımı memnun olur. Büyük bir grevin ardından sendikalı olan ve ikinci sözleşmeyi göremeden sendikal yetkinin düştüğü Bel Karper olumsuz bir örnek olarak karşımızda duruyor. Perfetti işçisi için bu gidişatı tersine çevirmek halen mümkün. Ama bu, yapılan yanlışları sineye çekerek değil bunlardan ders çıkararak, sendikaya ve örgütlü mücadeleye zarar vermeden, patrona fırsat yaratmadan sendikal disiplin ve demokrasi kapsamında, yanlış yapanlardan hesap sorarak olacak.

Bu süreçte şiarımız “Sendikana üye ol, sahip çık, denetle”dir! Şunu da özellikle belirtmek gerekir: Sendika bürokrasisine rağmen sendikalara sahip çıkmak ve onları sınıfın mücadele örgütlerine dönüştürmek için gösterilen çabalar, patronlarla cephe cepheye verilen mücadele kadar önemlidir. Bunlar birbirinden ayrılamaz. Sınıf bilinci, öncü işçilerin tüm bu mücadele cephelerinin bilgi, birikim ve deneyimi ile donanmasıyla gelişir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2025 tarihli 186. sayısında yayınlanmıştır.