Yaşar Kemal’i unutacak mıyız?

“Ben sosyalist militanım ve Marksistim. Bunu en geniş anlamda söylüyorum. Militanım derken, kendimi hiçbir zaman dar kalıpların içine hapsetmedim. Bunu insanın, her yönüyle yüzde yüz bağımsızlığı olarak anladım. Bunu böyle anlarken Marksizmin kurallarını özümsediğimi sanıyorum. Marksizmin insan özgürlüğüne, birey ve düşünce özgürlüğüne bir tuzak olduğunu hiç sanmıyorum. Tam aksine Marksizme bireyin kurtuluşu, insanlığın özgürleşmesi diye bakıyorum. 1844 El Yazması benim için Kapital kadar önemli bir kitaptır. Marks için en büyük değer bireydir. Çünkü o yittiğinde onun yeri hiçbir zaman, hiçbir biçimde bir daha doldurulamayacaktır. Marksizm bana dünyaya bakmak için en aydınlık kapı oldu. Yaşamım boyunca bu düşünceyi yaşamla ölçtüm, yanıldığını görmedim.” (Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor: Alain Bosquet ile Görüşmeler, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 2005, s. 129)
Böyle diyor Yaşar Kemal kendi hakkında. Bugün onun ölümünün 10. yıldönümü. Ne kadar büyük bir romancı ve kültür adamı ki, Anadolu Ajansı dahi bu yıldönümünü anmak üzere bir yazı yayınlamadan edememiş. Artık yazarının seçişi midir, Anadolu Ajansı’nın basıncı mıdır bilinmez, yazıda “Siyasi faaliyetlerde de yer aldı” alt başlığı altında üstadın hayatının bu yanına da değiniliyor ama bu siyasetin araçları sadece Yazarlar Sendikası ve “PEN Yazarlar Derneği” (böyle yazılmış) olarak sunuluyor. Ne Türkiye İşçi Partisi’nden söz edilmiş ne hayatının sonuna kadar sahip çıktığı Marksizmden. Henüz Yaşar Kemal’i duymamış genç okur AA yazısını okusa, Yaşar Kemal’in solcu olduğunu bile ancak bu alt başlık altında değinilen devlet baskısından, dava ve cezalardan çıkarabilir. Anadolu Ajansı’nın solcular için “siyasi faaliyet” anlayışı hapislik!
Yaşar Kemal Marksizme hayatının ileri aşamalarında da sahip çıkıyor ama Marksist aydınlar nedense onunla pek fazla ilgilenmiyor. Biz büyük yazarımızın ölümünden bugüne geçen on yıl boyunca genç kuşak Marksist aydınların Yaşar Kemal’e ilişkin girişimlerde bulunduğunu, yazılar yazdığını, araştırmalar yaptığını hiç duymadık. Edebiyatçı değiliz, edebiyat dergilerini sıkı şekilde izlemiyoruz, dolayısıyla çeşitli dergilerde yayınlanmış anlamlı yazılar mevcut olabilir. Bir tanesi Devrimci Marksizm’de yayınlandı bu tür yazıların: Özgür Öztürk’ün “Yaşar Kemal’in Akçasaz’ın Ağaları Üzerine” başlıklı yazısı, romanı bir sosyal bilimci gözünden irdeliyor, sonuçlar çıkarıyordu. Şu ya da bu başka dergide ya da derleme kitapta mutlaka böyle yazılar vardır. Biz bunlardan söz etmiyoruz. Biz sistematik çalışma girişimlerinden söz ediyoruz.
Yaşar Kemal Vakfı
Elbette Yaşar Kemal’in geride bıraktığı eşi Ayşe Semiha Baban’ın sürüklediği Yaşar Kemal Vakfı var. Bu bir başlangıç. Ama vakfa destek olan ya da onun bağrında büyük ustanın yapıtının ve romancılığı dışındaki alanlarda yürüttüğü faaliyetlerin izini sürmek üzere çalışmalar yapan bir genç kuşağın varlığından, bildiğimiz kadarıyla söz edilemez. Vakfın kendi amaçları çerçevesinde varlığı elbette sevindirici ama biz bundan da söz etmiyoruz. Biz kurumsal ya da kişisel düzeyde Yaşar Kemal’in yapıtını, hem de ısrarla söylüyoruz, sadece romancılığını değil, gazeteciliğini, derlemeciliğini, efsaneler konusundaki çalışmalarını, röportajlarını, siyasi faaliyetlerini, bütün bunları adım adım, taş taş üstüne koyarak inceleyen edebiyat eleştirmenleri ve tarihçilerinin, akademisyenlerin, hatta edebiyatçıların kendilerinin çalışmalarından söz ediyoruz. Bu tür çalışmaların ürünü olarak yayınlanacak makalelerden ve kitaplardan söz ediyoruz.
Söz kitaplardan açılmışken, Vakfın sitesinde bir başlangıç olarak olsa bile yararlı bir çalışma karakterinde iki dizi bibliyografyanın mevcut olduğunu belirtelim. Biri elbette ustanın kendi kitapları. Burada sadece romanları değil, aynı zamanda öyküleri, bir şiir kitabı, “destansı romanlar”ı, çocuk ve ilk gençlik kitapları ve çok önemli iki kategori olarak “kitaplaştırılan makaleler, söyleşiler, derlemeler” ve “kitaplaştırılan röportajlar” mevcut. Eksiği gediği olabilir, olmayabilir. Biz Yaşar Kemal uzmanı olmadığımız için bir şey söyleyemeyiz. Her çalışma başta eksikler de içerebilir. Ama bu listenin var olması kendi başına bir ilk adımdır, başlangıç noktasıdır.
Daha buradan başlayarak önemli bir noktaya değinelim ki, birazdan konuşacağımız konuya anlamlı bir giriş olsun: Yaşar Kemal’in çok etkileyici örneklerini vermiş olduğu röportaj janrında bütün yayınlar ölümünden önceki tarihleri taşıyor. Bu, gelecek için olumsuz bir işaret olarak bir kenara kaydedilmeli. Muhtemelen birçok kitabın başına gelecek bir kaderden söz ediyoruz. Yüksek satış sayesinde kârlılık kriterine uymayan Yaşar Kemal kitaplarının yavaş yavaş tarihin tozlu raflarına terk edilmesini yaşayabiliriz.
Yaşar Kemal hakkında kitaplar
Vakıf çok iyi bir iş yaparak ayrıca bir ikinci bibliyografya düzenlemiş. Sitede “Hakkında kitaplar” başlığıyla yer alıyor. Yabancı dilde yayınlanmış kitaplar da katılmış listeye çok doğru olarak. Bu listenin incelenmesi epeyce öğretici.
Listede 52 adet kitap var. Bir-ikisi yarışma kitabı falan, öyleyse yuvarlak 50 diyelim. Yüzde rakamlarını çıkarmak çok daha kolay olur. 50 kitaptan 13 tanesi, Yaşar Kemal’in ölümünden sonra yayınlanmış. (Yayın yılı 2015 olanları da böyle saydık. Hem büyük yazarımız yılın başlarında öldüğü için hem de anma kitabı yayınlanması çok beklenir bir şey olduğundan.) Demek ki listedeki kitapların dörtte biri (yüzde 26) son on yılın ürünü. İlk bakışta kötü bir oran değil. Ama kamerayı biraz daha yaklaştırınca işin farklı bir yanı çıkıyor ortaya.
Ustanın ölümünden sonra yayınlanan 13 kitabın 7’si 2015 ve 2016 tarihli. Bunların duygusal anma kitapları olduğu kolayca varsayılabilir. Bu tür kitapları küçümsediğimiz sanılmasın. Tam tersine. Biz de edebiyat bilgimiz sınırlı olduğu halde Yaşar Ağabey’e duyduğumuz büyük sevgi ve saygı dolayısıyla ölümünden sonra “Dört Yürekli Dev” başlığını taşıyan uzunca bir yazı yazmıştık. Son derecede duygusaldı. Hayatımız boyunca yazdığımız yazılar arasında en sevdiklerimizden biridir. Yaşar Kemal’in önemini ve büyüklüğünü ölümünün ardından ifade edecekseniz duygusal olmamak mümkün mü? Hayır, elbette küçümsemiyoruz ama bizim eksikliğini duyduğumuz bunlar değil. Bizim eksikliğini duyduğumuz ciddi emekle, araştırmayla, üzerinde uzun uzun düşünerek yazılacak makaleler ve kitaplar. Ayrıca tezler. Akademik çalışma olması gerekmiyor ama. Emek ürünü olması ve titizce yazılmış olması yeterli. Anma kitapları başka bir türdür.
O zaman geriye ne kalıyor? Altı kitap. Bunlardan biri de bir Fransız tarafından yazılmış bir kitabın Türkçe çevirisi. Yani Yaşar Kemal’in topraklarından bir araştırmacı, eleştirmen veya tarihçi değil. Kaldı beş. Yüzde 10.
Nihayet son bir ayrıntı: Son beş senedir hiçbir şey yayınlanmamış!
Hangi Türkiye?
İşte bizi kaygılandıran bu durum. Türkiye’nin 20. yüzyıl sanat/edebiyat evreninde üç tane devi var: Üçü de koyu Marksist. Doğum yıllarına göre dizersek Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney. Hayran olunacak başka birçok sanatçımız ve edebiyatçımız var, yanlış anlaşılmasın. Ama bu üçü özel bir kategori. Diğer ikisinin büyüklüğünü başka yerlerde yazdık. Şimdi konumuz Yaşar Kemal. Ama onun kendi özelliğini vurgulamadan önce hep vurguladığımız bir şey söyleyelim: Devrimci hareket devrimci bilim olmadan kurulamaz ama sanat/edebiyat olmadan da kitleselleşemez. Yirminci yüzyılın yirmi birinci yüzyıla bu üçünü ve (tek tek saymamız olanaklı olmayan) başkalarını miras bırakmış olması yeni yüzyılın kuşakları açısından hareketin büyük şansıdır.
Ama Yaşar Kemal’e dönersek, böyle edebiyatçıların en azından asırlara yayılan bir yaşam süresi olabileceğinin ve olması gerektiğinin altını çizmek gerekir. İnsan bir edebi tür olarak romanın büyük freskler sunabilmesi dolayısıyla bu tür romancılardan hem tarihi, hem toplumsal ilişkileri, hem insan psikolojisini öğrenebilir. Marx, Dante’den insanın evrende kendi yerini kavrayışına, Shakespeare’den erken modern çağın ekonomik ve politik değişimine, Balzac’tan kapitalizmin insan ruhunda yarattığı yıkıma ilişkin bilgi, sezgi, duygu edinmiş, dünyayı daha iyi anlamıştır. Yaşar Kemal Türkiye’nin eşkıya çağından kapitalist çağa geçişinin muhteşem bir tablosunu çizmiştir. Balzac, Dickens, Tolstoy olmasa on dokuzuncu yüzyılı içinde yaşıyormuşuz gibi anlayamazdık. Yaşar Kemal bizim okulsuz Balzac’ımız, Kürt Dickens’ımız, Marksist Tolstoy’umuzdur! Márquez, Steinbeck, Şolohov olmasa yirminci yüzyılın başka iklimlerinde yaşamamış olurduk. Yaşar Kemal bizim Şarklı Márquez’imiz, Çukurovalı Steinbeck’imiz, sosyalist devrimi görememiş Şolohov’umuzdur!
Bununla da bitmiyor. Şayet gelecek kuşaklar 20. yüzyıl Türkiye’sini Nobelli Orhan Pamuk ile hatırlayacaksa, bu, Garba teslim olmuş, kendine ait bir evreni olmayan, dolayımsız bir şekilde “dünya vatandaşı” olduğu yanılgısına kapılmış bir bireycilik dünyasını solumak anlamına gelecektir. Şayet gelecek kuşaklar 20. yüzyıl Türkiye’sini Nobelsiz Yaşar Kemal aracılığıyla hatırlayacaksa bu, Şark’ın tarihinin derin soluğunun güncellikte yel gibi estiği, dengbejlerle, halaylarla, kilimlerle dünyaya açılan, toprakla, sanayiyle, sınıfla hemhal olmuş Türk ve Kürt insanını canlandıran bir evrene girmek olacaktır. Nobel Edebiyat Ödülü’nün bir önemi yok ama neden Yaşar Kemal’e verilmedi de Orhan Pamuk’a verildi, bunu başka bir yazımızda anlattık. Yaşar Kemal romanda sınıf mücadelesidir.
Kanon
Yaşar Kemal dünya kanonuna dâhildir, olmalıdır. Unutulmaması için her birimiz elimizden ne geliyorsa onu yapmalıyız.